12 Kasım 2012 Pazartesi

Sabahın kör saatlerinde sahilde bir kayanın üzerin elinde herhangi bir günden kalma birasıyla dünyanın en tehlikeli adamı oturmaktaydı. Köpüren dalgaların beyaz bulanıklığına bakıp dünyanın nice denize bakan kayalaının üstünde diğer tehlikeli adamlarla konuşmaktaydı. Saçma sapan hayat alemlerinin hiç de saçma olamayan kurallarının ötesinde, elinde herhangi bir günden kalan birası sanki o taşı oraya kendi koymuş gibi azametle oturuyordu, denizi görebileceği en güzel yerde...
Deniz aynı andan gökyüzünü de görebileceğimiz yerde en güzel halini gösterir bize, hayat olduğumuz yerin uzağında özletir bize kadıköyü. Ve mesafeler belirler özlemin şiddetini... tamam halen daha sorun değil, burası güzel ve ve sıcak çünkü biz burdayız ve burada biz seni anılarımızla yaşatmaktayız. İçtiğim biraların bahanesi edilecek iki sohbetin nedeni, sen varsın diye içiliyor o içkiler sen varsın diye dinleniliyor o içkiler bugün thom york en zengin adamıysa olduğu yerin ben sen varsın diye dinlediğim içindir.... şu anda kafam vücudumdan ağır ve s. k. nın dediği gibi kalemşörlükte yapmıyorum yarın bu yazdıklarımın arkasında durmayacağım, ahlaksızca kendi yaptıklarımın sebebini sana yüklüyorum yüklediğim sen ise benden başkası değilsin, eğer bensen benim seni istediğim her gerçeklikte katlanarak  çoğalan her gerçeklikte benimle olup şu anda içinde bulunduğum tek ve yegane ben gerçeğinde, diğer gerçeklerde seçimlerinden dolayı varolduğun için... yoksun. Beni burada bu gerçeklikte sevmiyorsan biliyorum ki diğer varolabilecek bütün gerçeklikler de beni seviyorsun. tüm varoluşa yayılmış en aptal ben, ben olduğum için, diğer benlerin hepsi mutlu, bir yönden bakarsak o milyonlarca spermin arasından şanslı olupta bu dünya da meydana gelmek pek de iyi bir kader değidir demek ki?
Her neyse sakinliğimin devam ettiği şu sıralarda aklıma gülümsemesi güneşe benzeyen parıldayan arkadaşım geldiğinde artık oyunun içinde olmadığını düşünüyorum... daha önce söyledim sanırım şimdi de gülümseyerek söylüyorum ölüm; bizim birbirimizi daha çok üzmemizden başka bir işe yaramıyor, ne bu dünya da ne de seninle birlikte varolabilecek kadar şanslı bizim diğer dünyalarımızda...

29 Ekim 2012 Pazartesi

Bu gün Pırıl öldü, arkadaşlar. Hayatımda konuşabildiğim dertlerimi anlatabildiğim iki insanımdan biri bugün öldü arkadaşlar.. İçimde hiç bir şey yapamamamın çaresizlği ile belki birşeyler yazabilirim ümidi ile öylece takılırıyorum burada. Ne yapacağımı bilmiyorum. Ölüm birbirimizi daha çok üzmekten başka bir işe yaramıyor...  yaramayacakta...

15 Ekim 2012 Pazartesi

Devam Niteliğinde...2

   Ne o şimdi hiç birşey yokmuş gibi olağan akışında ilerliyormu herşey? Gün boyu arkadaşlarımızın kafasını siktimiz konularda davranışlarımız değişmiyormu? Ya da sessizlik derken ne sessizliğinden bahsettiğimiz akla mı gelmiyor? Belki de dilimizde sakız yalnızlık mı sorun? Ne?

   Geçenler bahadır abi dedik ki hoca bira almış midye almış evinde koltuğuna uzanmış takılıyor. Bi an bahadır abi ye baktım bara oturmuş bira içip viski yudumluyordu. sonra kendime baktım barın arkasında isteyene bira isteyene votka veriyordum.. tek istediğimiz neydi ya da istemediğimiz ne değildi bilmiyorum hatırlamıyorum ama şu an böyle olmamız aslında olduğumuz durum değil. mutlu değiliz. ve sende mutlu değilsin...

sıkıntı mutlu olmak değil ama, tamamen farklı olabilecekken ve kazananın olmadığı şu durumda yaptığımız tamamen saçlamalık. düşünüyorum özlemekle ilgili her yazdığıma bir cevap verildi. evet özlüyorum. çok özlüyorum.bak ama şimdi hiç bi sikime yaramadı yaptıklarımız adım eminim mutlu değilsiniz ve ben de mutlu değilim.

aferim bize.

17 Eylül 2012 Pazartesi

Kilit..... Bir Kaç Üçlemenin İlk Denemesi

   

     Tüm hislerimi kurşundan bir kutuya koydum... şimdi ise ne kutuyu ne içindeki
hislerimi... hatırlamıyorum.

     Hafifçene ıslanmış fabrika yapımı dandik arnavut kaldırımlardan, içmiş olduğum bir kadehçik rakının tesiri ile Kadıköyü' n kaşe denilen mevkisine doğru yol alıyorum... Eskiden Anadolu insanının İstanbul'a Haydarpaşa' dan girmesi gibi, ben de Kadıköy' e Havuz tarafından girmeyi seviyorum... Bir süredir kendi içimde bulunduğum gayet insansı problemlerimin, gayet insansı çözümleri ile karşılaşıp sadece insana özgü olan şapşallığıyla şaşırıp yoluma devam ediyorum... Hava da yağmur var ki daha önce kahvaltıya teşebbüs ettim kendisiyle, siyahlar içinde bir hıh la karşılaştım, şu anda ise gök gürlüyor dışarıda, balkonun kapısı açık oradan duyuyorum... Neyse, hikayemiz başlasın...

    Çok güzeldi, kıvırcık uzun ve kahverengi saçlara, beyaz bir tene ve göz altı torbalarının gülümsemesine karakter katmasına sahipti. Uzundu benden belki bir karış ve zevk sahibiydi giyimin de ve kuşamın da. Otobüslerin orta kapısı düşüncelerinde ikircikli olanların yeridir. Herhangi bir tarafa geçemedikleri için ortada olup iki tarafı da görmek isteyenlerin resmen ibadethanesidir. Otobüsün orta kısmında üstünde çiçek desenli ve açık mavili kısa kollu yani omuz hizasında kesilmiş mavi kot pantolonunla seni gördüğümde aklımdan geçen ikinci şey seninle tanışmam gerektiğiydi. Tıpkı vapurdaki ateş dövmeli kız gibi, tıpkı ispanyol moruna boyanmış yağmur güzeli gibi ve tıpkı fethiye otogardaki atm ingilizi gibi güzel ve nazik, tıpkı yüksek kaldırım fransızı gibi... Tabii Adnan dururmu inmiş kızın indiği durakta yavaş adımlarla çıktım merdiveni, köprünün kadıköy kısmında ben acıbadem yakasında sen dedim ki olum adnan ya şimdi ya hiç bir koşu tutturdum anında yanında bittim, dedim nefes nefese - he heeeee he heee bennn se heeee ni tanıyorum muyum? Baktı yüzüme hayır dedi, o zaman seninel tanışmam lazım dedim ve elimi uzattım ben adnan ben kemal ben bilmem ne ve ben osman...

     Bugün hava sonbahara giriş yaptığında adnan ın çalıştığı mekanın kapısında ve hemen o kapının yan tarafındaki mekanın kapısının karşısında adnan tekrardan kendisi için koştuğu kızı gördü. Baktı baktı sonra adnan içeri girdi ve orta katta- bak geçen sana anlattığım hikaye vardıya hani otobüsten inip peşinden koştum demiştim, işte o kızı gördüm az önce bira içiyordu yanda, dedi. Gülümsemeler kahkahakar gırla gelişen muhabbet... Bir insanın arkasını dönüp gitmesi izlemek çok hüzünlü... gök hala gürlüyor, dışarı da kızlar fink atıyor, günışığım gelmiş haberim yok ve ben tüm bunları bir adnan ya da kemal veyahut cemil olarak yer mekan zaman gözetmeksizin bir kutuya koyuyor ve yaşamaktan gelen yorgunlukla uykuya yatıyorum...

23 Ağustos 2012 Perşembe

   Bir kaç saat içinde, gitmek için hareket edicem. Gerçek mana da Kadıköy den beş yıldır ilk defa ayrılıcam. Yalnız başıma, sırtıma çantamı atıp gidicem. Gitmek, olabilecek en....

Pırıl pırıl geri gelicem... haydi kıps.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

Büyük Ada notları... kontrolsüz.

1.
    Dediğimi yapabilmek adına, başımda uğursuz bir ağrı, aldım jetonumu, büyük ada ya giden vapura. Sanırım kendimi dinlemem için tek yolum ya tek başına olmak ya da tanımadığım insanlarla konuşup onları tanımadan ayrılmak. Kişinin kendi üstüne düşmesi iyi değil.
   
      Bütün bu devlet kurumlarında ya da özelleştirilmiş kurumların binalarında hep bir genişlik var, hep bir büyüklük duygusu, ama kafamı kaldırıp baktığım da karşımdaki bank benden epeyce uzakta. Hep bir terk edilmişlik hissi var bu mekanların içinde... Yanıma çocuklar oturdu nasıl gülümsemem. Hayat sanki dalga geçiyor.

2.
   Bu yol hatırladığımdan daha uzuznmuş... Yol boyunca sessizlik içinde olursanız eğer, tuttuğunuz bir dilek gerçekleşir derler. Bu sefer de mutlu olmayı diledim ama her ne kadar dilim haereket etmediyse de beynim hiç durmadı. Acaba bu sayılır mı? Birinin fotografını çektim, iki kadın ( ki sanırım başka memleketlerden mesela Ermenistan' dan) bana ve saçlarıma dimdik baktılar. Faytondaki bir küçüğe, çitlerin ardındaki bir köpeğe ve sanırım bir kediye göz kırptım... Oturduğum yerden koca istanbul' un büyük ve İstanbul olmayan bir kısmını görebiliyorum, bir çift karşımda ve etrafımda sesler ve rüzgar var. Ben upuzun denizin hiçliğini gören bir masaya oturmak istedim fakat, kisilerini hep ulaşılmaz yerlere yapan hristiyanlar ve onların çile diyeti, beni bunu bir çile olarak çekmemi sağladı, hem komik hem traji komik,. Neyse rakı geliyor...

3.
   Bir leylekle bir martı ya, ki ikisi de martı olabilir, rakının mezelerinden ikram ediyordum. Beyaz peynir çoban salata, ekmek. Rengi gri olanı beslerken pusu kurmuş olan beyaz olanı masama pike yaptı, ki ona yemek vermiştim. Önüme sonradan oturan ikinci çift baya bi korktu. Fakat adam yani çiftin erkek olanı benim rakımı önemsiyordu. öte masa da ise bir gülümseme peydaydı. Ve ben bunları yazarken ismini kamil koyabileceğimi düşündüğüm bir sine bana anamdan babamdan daha yakın davranıyordu..

3/1.
    Yalnızlık kendisi hakkında dalga geçilemeyecek, belki şiirden sonra gelen tek şeydir. Yalnızlık ciddi bir durumla birlikte bir katlanabilme durumudur. Karşıma çıkan herhangi her birşeyin karşısında ister sevelim ister sevmeyelim katlanabilme durumudur. Eğer katlanmak istemezsen yok etmek isteriz. Eğer yok etmek istersemde berk abini de dediği gibi on yıla seri katil olurum. Söylesene bana seri katil olmak için kaç kişi öldürmek gerekir....

4.
    Mezelerim bitti, rakımdan bir kaç yudum kaldı. Kamil hala yanımda hatta iki arkadaşı daha var... Keyif mi yapıyorum kendime bir şeyler mi kanıtlamaya çalışıyorum bilmiyorum, yani aslında biliyorum, da dillendiremiyorum... Dedem bana on yaşımdayken sen nasıl adamsın? derdi. Hala daha bunu söyleyen insanlar var etrafımda ve ben varım( lütfen bu ego değil ) mıstık sen nasıl adamsın diyen. Şimdi, ilk defa bir zanaatı öğrendiğimi düşünüyorum. Şu an yapmak zorunda bırakıldığım barmenlik zıpçıktılığını öğrenmeyi kendime şart koşuyorum... Önce kafamı dağıtıp, toplayabileceğim kadar dağıttıktan sonra, toplayabileceğimi düşünüyorum... Ben her ben dediğim de beni yapan o üç bileşeni kastetmiyorumi buna çevremi ve düşündüklerimi de katıyorum... Rakı yüzünden canım kardeşim, kolay olan, rakı yüzünden... el benim elim değil, el osman amcamın eli. El benim elim değil...
  saol be..

- vapurda uyandıktan sonra karga ya çıkıp bir kaç bira içeyim dedim, ve çıktığımda bana merhaba demek için bir cipsin yardımına muhtaç olan insanlarla karşılaştım.. Bana gururdan söz ettiler. Laflardan anlamadığımdan dem vurup kendimi mahallenin delisi gibi hissetmeme neden oldular. Halbu ki ben ne gurur peşindeyim ne intikam, ne de canım cips çekiyor.. sadece bana kendimi kötü hissettiren şeylerden uzaklaştırıyorum kendimi. Zati ne gurur kaldı ne başka bişi.  Sadece uzaklaştırıyorum kendimi..

10 Ağustos 2012 Cuma

bir romalı gibi uzanmış ve bir persli gibi şairane...

    Anlamanın yolu gitmekten geçiyor... Allak bullağım, iki adet otuzluk bardak bir adet seramik kupa, bir viski bardağı( on the rocks) ve bir adet arjantin ile bir adamın ayağına 4 dikiş atılmasına ve de başka bir adamın elini yakmasına sebebiyet verdim... Evvelsi gün kafam fena açıldı, hiç düşünmediğim basitlikte ki düşünceler kafamda döndü durdu.. Hep iki şık var, terk ediş ve ilahlık durumu, artık romantikmiyim neyim, ben hep bir üçüncü durumun da olduğunu düşündüm. Bir başka çıkış yolu. Fakat anlıyorum ki böyle bir yol için henüz çok erken, böyle bir yol varolucaksa henüz gerçekten çok erken...Herkes için...

      Kafamda dönüp dolanan tilkileri hizaya sokmam gerek. Umursamama evresine geçmem gerek. Kendimi korumak zorundayım. Keşke seni ilahi derece sevebilecek gücüm olsaydı. Ama sevemiyorum. Canımın acımasını içime sindiremiyorum. Sadece senin mutlu olmandan mutlu olamıyorum, tamam tamam bu kadar sert değil etrafımda olman çok hoşuma gidiyor ve o anların tadını kesinlikle yaşıyorum, yan oda da olman yerde ki sedirde uzanman, yanım da olman bence benim başıma gelebilecek en güzel şey... Ama sonra sen değişmeğe başlıyorsun, yanıma geldiğin uç ya da dip durumdan yavaşça çıkıyorsun, bu yavaşça yukarı tırmanış, aslında asgariyeye dönüş, egonu ortaya çıkartıyor ve bu nokta da ben diğer oda da uzanmış çizgifilm sevreden ve içeride aşık olduğu kızın olduğu bir adam olarak o, anın tadını çıkaramıyorum, zira kendimi salak olarak görüyorum. Kandırılmış, işletilmiş ya da bir tedavinin ilacı gibi, tedaviden sonra ihtiyaç duyulmayan...

      Asgariye ye dönüş sürecinde, artık egolar devreye girince, senin beni nereye koyacağını bir türlü kestirememenden kaynaklı olarak, en yakın ve en kolay olanla karşılaştırıyorsun ve bana şunu diyebiliyorsun - evet! kafamı dağıtmaya ihtiyacım var, ve evet kafamı onlarla dağıtabiliyorum çünkü; seninle aramdaki, muhabbet onlarla aramda yok. Ya da buna benzer birşey diyorsun.. Öncelikle ben arkadaşın dostun ve yahut bu tanımlarla yakınında olabilecek biri değilim, ki buna göre beni karşılaştırdığın örnek yanlış, İkincisi, benim sana benden başka insanlarla takıldığında sana, seni onlardan kıskanıyorum demeye hakkım yok. Çünkü; hayatında herhangi bir isim sıfat fiil zamir halinde değilim. Anlatılması çok güç olduğu sanılan ama basitçe sana karşı öncelik sahibi bir insanım. Zaafımsın. Hayalk kırıklığımsın ve rüyalarımsın..

      Sonuç olarak ya da bir sonuç varsa eğer, lütfen dip veya zirve anlarında bana gelme, bana ne yaptığın konusunda hiç bir fikrin yok. Sana karşı olan hislerim ve hareketlerim karşısında senden görmeği umduğum hareketler, görmeği umduklarım olmadığı için ve herşeye rağmen seni seviyor olup sende bana karşı bir sevgi oluşturamadığım gibi bir talihsizlik yaşadığım için( ha keza sen beni sevdiğini söylüyorsun ama bana halimi hatrımı soracağına ismi lazım değil hıyarın tekini soruyorsun yani demek istediğim; söylem ve eylem uyumu.) bir türlü bu işin altından kalkamadığım için seni kendini baskı altında hissettirip kendimden uzaklaştırtığım için, anın tadını çıkaramadığım için, sadece seni sevdiğim için açıkca, sen mutlu olduğunda kendimin de mutlu olacağı bir egoya sahip olmadığım için, beklentiler içinde olduğum için, seni öpmeğe kalkıştığım için, yanında olamadığım ve olmamamın sebebi lanet gururum içim, seni seviyorum diyip gidip köşeme çekildiğim için ve istediğin gibi biri olamadığım için, önceliğim olduğun için, kısaca bunun altından kalkamadığım için özür dilerim...
Keşke seni ilahi olarak sevebilseydim, senin mutlu olmandan mutlu olabilseydim. Seni kendimden özgür bırakabilseydim. Yapamadım, beceremedim. Tek başıma altından kalkamadım..      Şimdi artık seni görmek istemiyorum, üç yıl çok uzun bir süre ve ben tek başıma daha iyiyim eğer gerekli olan şey mutluluksa tabii. Sorumluluklarım var, para kazanıp hayatta kalmak istiyorum, bugün ki gibi kimseyi incitmek istemiyorum.. Hiçbir zaman en azından şu zaman, tamamiyle dağıtabileceğim kadar ekonomim olmayacak, hayatta kalmak zorundayım ben yalnız bir adamım ama arkadaşlarım var.. Sevgilim, nar tanem, söyle bana, çok şey mi istiyorum senden..?
     bu gece için,
     tatlı rüyalar, mutlu geceler hanımefendi....

9 Ağustos 2012 Perşembe

sen değil.

sende benim istediklerim yok,
ben de sana hisssettirebileceklerim
(tamamen ben olarak... yok)
yok....
Ben seni seviyorum, senden benzerini umarak.
Sen beni sevmiyorsun
umduklarım
sana aykırı olarak...
kadıköy de elleri nasırlı bir yirmibeş, tıpkı diğerleri gibi,
kendimi korumam lazım,
bencillik mi ettim,
ya da haylazlık ye yahut oyunbozanlık...
aslında herşey çok basit.
seni sevdiğim de sevmiyor musun beni. ben olamıyorum bir türlü.
benimleyken elbet gerilirsin
çünkü karşılaştırman yanlış.
karşılaştırman yanlış
çünkü
sen değil
seni
ben seviyorum.

13 Mayıs 2012 Pazar

isimsiz bir isimli uzay gemisini macerası

    Rüzgarın hoyratça estiği bu gecenin içinde, kollarını kafasının üstünde kavuşturmuş, yürüyordu... Ellerini yüzüne çıkardı, ellerini yüzünde önce, yukarı sonra aşağı kaydırdı. Aşağı kayan ellerinin parmaklarının ucundan açılan gözlerinin, karşısında uzayan sokağın binanın arabanın kedinin bulutun bakkalın ve diğerlerin çoğullarının, yüzeylerine yansıyan ışıklarının esrimesini gördü... Elleri yüzünü bir kere daha arşınladı. Sola döndü, rüzgarın uğultusundan başka ayaklarının iki ikilik temposu ile karşısındaki sabaha dek açık büfenin yine sabaha kadar açık televizyonunun sesini duydu. Apartmanının kapısına geldiğinde ezgisine anahtarlarının sesini, apartman kapısının sesini ve daire kapısının sesiyle birlikte apartmanın beton sesini de kattı... İçine düştüğü garip bir esrime, içmesinin yarattığı gerçek bir esrime, yapması gereken icraatlarının, yükünün  esas esrimesi vardı. Bir diğeri kendisine, bir diğerinden ne daha önemli ne daha önemsiz geliyordu. Tuşlara basıyordu, beyaz ekranda harfler hemencecik beliriyordu... etrafı karanlıktı, dışarıdan içeriye sarı bir sokak lambası arkadaşlığıyla, gece giriyordu... hiç bir zaman şimdide değil hep az öncesindeydi... Kulağını kaşıdı, kulağını kaşıdığını yazmayı düşündü, alt tarafta bir baskı hissetti, bu baskıyı yazmayı düşünürken yazdı ve baskı hal değiştirerek açığa çıktı. Kokusundan iğrenmedi, parmakları aklından her geçeni yazmağa çalışıyordu, yazmağa kelimesi yazmaya diyedir belki de düşündü, sonra yağmaya diye yazdı, sildi... az öncekileri yazdı. Belki ne kadar ciddi olduğunu! belirtmek için daha fazla! ünlem -!- işareti koymayı- belki de 'koğmayı'- düşündü!...

     Bir cam- sanırım başka bir maddeden yapılmış olması etkisini tarife yetersiz olurdu- fanusun içinden bakıyormuşcasına- casına fazla( esneme- içeriye gece girdi ahali) resmen öyle, bir ayrılığa sebepppp oluyordu. Cümlelerle oynamak için belkide- bekli de- onları bilmemek gerekiyordu...

    Otostop ya da baş barmaklarını ki hangisi olduğunu düşünürken kafasını sağa sola salladı, gözlerine yasladı başını eğdi. Evet evet eğdi, hayır Hayri eydi değil. Esnedi... Bir büyük evin bir sürü odasından birindeydi, akça pakça güleryüzlü tavşan dişli ev arkadaşı o odalardan birinde aynı evin içindeydi, bina asansörlü ve genişti herkes rahatça uyansın diye her pencereye ayrı güneş koyulmuştu... Odada ki (oda da ki?) masanın örtüsünün yanında geçip başka bir odasının kapısını açtı. Esmer - hayır giremezsin senin konuşmıycam, dedi( ya da ben öyle sanıyorum) Kapı kapandı, ben asansöre bindim aşağı indim, kimse asansörde yukarı çıkamaz! Sokağa çıktım, sanıyordum ki ben hariç evdeki herkesle konuşuyordu esmer ve inceden gamzeli.. Kıskandım hatta kıskanıyorum ve yarın dahi kıskanmaya devam edeceğim.. Sokağı geri dönüp asansörle biraz daha aşağı indim, dairenin kapısından içeri girdim. Nah! işte akça pakçayla muhabbet halinde. Kaşlarım düştü, yüzüm gülmeye çalıştı, saçma sapan bir ifadeye büründüm, onda benim kırdığım gurur kazandı, kapı artık ne sikimin kapısıysa yüzüme kapandı...
Ben uyandım, sende uyan.. esmer, inceden gamzeli ve saçları dalgalıydı...

    Oturduğu kırmızı koltuktan az sonra kalkıp sarı ışığın içeri girdiği caddeye ve spor kopmleksi?ne bakan sokağa bakacaktı. Oturduğu ev bir sürü eşyanın bir arada yaşamak için toplandığı özgür bir kömün (komün?) gibiydi... Mavi eşofman altının altındakini kaşıdı, bunu yapacaktı yaptı ve yaparken kafasını kaldırıp penceren dışarıya baktı, tekrar baktı ağaç gövdesi gördü. Şimdi ki zamana nasıl geçecekti, şimdi ki zaman da kimdi, alnını karışlardı onun. Zaman onu karamürsel sepetimi sanmıştı, o adamı tutar fırlatır atardı, zaman ancak saçlarını beyazlatırdı onun.. kaşındım, favorilerim kaşınıyor, parmaklarım yazıyor, tuşara basan parmaklarımın sesi ile tuşarın sesini duyuyorum, ekran beyaz ışıklarını bana yolluyor, yolladı... her yer bembeyaz ve .... aklım tükendi, kapatıp yatmak belki de en iyisi...

6 Mart 2012 Salı

bahar

Yaprak dökümlerinin başladığı an yanlış.. andayız,
Bahar bir garip heyecanla başladı,
bize...

Geçen elimle itt' im bir yanlızsızlığı,
Artık dert yanamam yalnızlığımdan...
Bende yalnızlık kazandı
Artık ağlayamam...

Geçenlerde delirdim anlatamam, ağlayacak gibi oldum derdimi anlatacağım diye, ağlamamak için anlatmadım da... Şİmdi bahar bize yeni uğruyor. Alkolik ruhumuz meltemden hasta hep..

Biz hoşlukları severiz de hem, çay içmeleri ve sessizlikleri..

Çeşitli gariplikte zamanlardayız şimdi.... hepimiz ayrı,
zaman bize gülümsemiyor..


7 Şubat 2012 Salı

Cehennem hikayeleri no:1- Bitmeyenler..

Sardıkları sigara, üçüncü kez kendi dudaklarında buluştuğunda, evdeki koca kaslı beyaz köpeğin, üçgen göz kenarlarının ortasındaki koyu siyahlar noktaların kendisini bir başka türlü izlediğini keşfetmişti! ya da...

... taksiye Bahariye den bindik..
Ben şu sıralar daha fantazi peşindeyim, dedi arkak koltuk sol taraf, taksiye binmede öncelik sahibi... Nankörrr dedi alaycı, hayinnn diye ekledi gülerek sağ taraftaki. Taksicinin ruh hali, gece üç buçuğun ruh hali nasılsa öyleydi. Yorgun pis üşümüş sevişmek ister... sigara?

Yani, dedi sol, aslında birlikte takıldığım fakbadiler var.. o konuda kafamda herhangi bir sorun yok fakat! işte hayatın farklı zevklerinin peşindeyim,.. hani bilmiyorum anı sahibi olmak belkide, dedi. Fakbadi muhabbetini kıskanmış gerisini dibin dövdürmeğe bağlamış olaraktan gülümseyerek konuştu diğeri.. Fakat şu anda hatırlamıyorum... söylediklerini.

Eski yeni, bir alt kattaki minaresi devrik kubbe den bahseder, tırmandılar o evlerden birine hani o bitmez kısalıkta ve enteresandır ki her türlü eşya taşınabilsin diye geniş yapılan düşünceli merdivenlerinden.. Geçen gün Caddebostan dönüşü şeker bahanesi ya da ses oluyor, gürültü oluyor, köpekler havlıyor bahanesi yanaşmış mihrab, olmadı beni de çağırın! gülelim eğlenelim.. Her yol paris. Her yer paris.
İnce kağıda sarılan sigaranın sonradan takılan hassas altlığıyla birlikte, adet olaraktan evde iki adam bir bukelemun( başka birşey de olabilir) bir büyük bir de küçük köpek bir şahin hayaleti ve birde hiç göremediğim bir ev arkadaşıyla birlikteydik... Kocaman terasin köşe bucağında koşan köpecikler! İçeride ise sigara bana ilk kez döndüğünde bahsettiğimiz şey yalnızlıklarımızın tamamlanmasına ilişkin planlar, entellektüel eylemler, parlak fikirler, görülen beğenilen kadınlar hakkında bilgi edinme projeleri, aramalar sormalar ve çeşitli hınzırlıklardı... Eylenmeye yönelik ki burada eğlenmekten bahsetmiyorum en azından kelime olarak, biz en azından şu an birbirimizi eyliyorduk.. İkide gömmeler, şen şakraklar hahalar huhular türlü türlü maskara olaylar ve anılar havalarda uçuştu ve puşt bir arkadaşımınız kuyuya inilmesi kısa ipinden bahsettik, gülüştük. Gülümsedik. Köpekler her yerdeydi... Sert seviyordu bu köpeklerden büyüğü, sert davranılmasını istiyordu.. İlla bir yaratık üstüne iktidar sahibi olma, olabilme sertliktenmi geçmeliydi? Bizde ki otorite ihtiyacı sadece insana özgü değilmiydi? İlla korkutmak ve üstün olduğunu bir şekilde belli etmek mi? Bilemiyorum... Sadece o an orada o köpeklerle tek başıma olmadığım için mutluydum zira o köpecik! arkadaşımdan alamayacağını biliyordu alacağını. Fakat benden, bir şekilde alacağını da biliyordu!.. Üçüncü dönüşünden sonra sigara ölmüş olacaktı. Köpeciğin gözlerinin gönyeye benzediğini yukarda belirtip şimdi farketmiştim. Bana bakıyordu. Biz gülüyor üflüyor karı kız muhabbeti yapıyorduk... ve köpecik bana bakıyordu! ... ..

Gitmek istedim, dedim, Hacum ben gidiyorum, aaa lar ooo lar kalktım, saolsun hacum çok iyidir...
Botlarımı giydim, bağcıklarımı bağladım dedim kapat kapıyı ben inerim kaçmasın köpecikler, Haydin dedik, görüşürüz. Ben uğrarım sana, dedim, gel biramı iç.. Elimi trabzana koydum! Önümde apartmanın o koca camekanı ki basamakları aydınlatan ay ışığı, attım ilk adımımı... Bir indim iki indim üç indim.. o yıkık mimanreli gözlüklü olduğu rivayet edilen kadının dairesinin aslında tahmin ettiğim daha doğrusu sandığım dairesinin önünden geçtim, hayaller geçti kafamdan kelimeler değil, asla! sadece görüntüler. İndim ellerim trabzanda, ne çok silmiştik, yaz günü oynamaya kaçacakken babamın yakalamasıyla tekrar tekrar sildiğim şu trabzanları. Hatta isminin trabzan olduğunu öğrendiğimde ne şaşırmıştım.. Ellerim soğuk tahta üzerinde aşağı doğru inen merdivenlerdeydim. İniyordum ve bitmiyordu merdivenin basamakları, soğuktu trabzan tahtası! tahta soğuk olmaz.. İndim indim yanyana daire kapılarının yanlarından geçiyordum, önlerinde ve arkalarından da! hatta altlarından ve üstlerinden bazılarının içlerinden dahi!.. Elim buz gibi trabzan tahtasında, aşağı doğru bu hiç bitmeyecekmiş gibi merdivenler de basamak basamak hızla iniyordum, sola dönüyordum ve yanyana iki kapı daha önlerinde değişik torbalar saksılar bir kaç ayakkabılar, falanlar filanlar...çöpler kirliler içeri alınmayacaklar eski hesaplaşmalar kanlar balğamlar, sümükler, izler anahtar izleri, duvar tozları.. isimler... okunamayacak. Bir merdiven iniyordum sola dönüp ay ışığının altından tekrar sola dönüp tekrar iniyordum ve ah gene o kapılar! O kapılar hiç bitmiyordu! önlerinde belki çocuk ayakkabıları! önlerinde dikkat köpek var yazıları ve önlerinde hiç olmayan kapılar! ne numara ne zil ne düğme! Gece tüm seslerini bu cehennem merdivenlerine yolluyordu uzun kavak ağaçlarından iniltiler, rüzgarda çarpışan başı boş ne idüğü belirsiz sesler!.... ..... tembeller, hırsızlar, uykusuz kediler..

.. Ellerim buz gibi trabzanın tahtasında sola doğru dönmeğe devam ediyorum, donuk bakışlarımın içerisindeki, o kaskatı korku, bir türlü gitmek bilmiyordu.... çatlayan ellerim kayarak ininiyor ben basamaklar da tükeniyordum..

29 Ocak 2012 Pazar

durup dururken...

sigarayı bıraktığımın yazının sonu. Saçlarım uzun yanaklarım şişkin ipek geldi. Aylardan ağustos, Gürkan tedirgin.. dedi ki; Mıstık ben gidiyorum... Düşündüm ki; İpek sonunda yapmak istediğini yaptı ve gidiyor. İpek ten üç ay boyunca hiç haber almadım. o kadar ağladım ki o üç ay boyunca anlatamam bile.

Sonra bir sabah tüm gülümsemesiyle Hülya geldi. Aradan bir hayli zaman geçti. Basit çıkarımlarıyla o akıl almaz derece tonlamasıyla benim tatlı hülya' m geldi. Tekrar tekrar geldi, tekrar tekrar gelsin diye yapmadığım kalmadı ve en çok saçlarımı hülya' m beyazlattı. Velakin Hülya' m benim onu sevdiğim gibi sevmedi beni, bir başka sevdi sonsuza dek yitirmemecesine sevdi beni. Çok üstüne gittim onun beni sev beni sev beni seni sevdiğim gibi sev diye. Sonradan hep sonradan olduğu gibi anladım, o beni zaten başka kimseyi sevemeyeceği kadar seviyordu fakat kuşkular yakamı bırakmıyordu. Kuşkular diyordu ki bana ki İpek katkılı Hülya seni başka kimsenin sevemeyeceği gibi seviyorsa neden yanında değil ve sen neden Hülya nın yanın da değilsin...
Hayatım da kimsenin gülümsemesi, beni Hülya nın gülümsemesi kadar mutlu etmedi...

Sonra İris geldi. Durduk yere öyle apansızın. Hiç bir şey yapmadım öyle kendim olmak dışında, dedim ki fazla hızlısın veya yanlış.. son bir ara yalan söylememek adına ona Hülya mdan bahsettim, o an onun gözünde bitmişim. Bana öyle söyledi.. İris i sevmeyi çok istedim. İris in beni sevmesini çok istedim. Fakat inandıramadım kendimi. Çünkü; İris in yaşayacağı maceralar vardı ki tam takır kuru bakır da sayılmazdı. Bence tüm hatası bana tam açıklıkta olmamasıydı... şimdi o da buradan çok uzaklarda. affet beni. sadece samimi oldum.

Bir gün caddebostanda sırma ben burak damla bisikletle geziyor eyleniyoruz. geçirdiğim en güzel yaz. sırma var egzamalı bilmiyorum ki daha ne kadar gencim. daha liseye başlamadım. Bu sırma bana bir gün dümdüz baktı, mavi gözleri sırma yı dinlemez, kendi başlarına takılırlardı. Ğöğsümü deldi geçti o bakışlar. yeşil çimenler de buldum kendimi... o an başladı bende... saçlarımın beyazlaması..

Şimdi bunca karın yağdığı bu gece de her zaman olduğundan daha yalnız olan ben, tanıdığınız mıstık ya da hülya ma bahsettiğim mustafa, sadece uzanabiliyorum yatağımda. insanlar umarsız. kadınlar önce realist sonra hayalci.. düş kurmak hep güzel fakat sıcaklık iki kişiyken belli oluyor. Gülümseyen bir insan görmek istiyorum.. sadece gülümseyişine aşık olmak.
Vurucu bir bitiriş cümlesi ya da bir özdeyiş yok. gerçek hayata özdeyiş dayanmaz ya da yaşanmışlık. sadece istiyorum ki artık gökyüzü maviye dönsün, zira bakacak gücüm kalmadı...

17 Ocak 2012 Salı

bu şiir karanlık arkadaş.