24 Eylül 2011 Cumartesi

lanet olsun bana.

22 Eylül 2011 Perşembe

gemiz, deniz ve tüm söylenmesi gerekenler....

Bir gün bir fidandan...

Bir zamanlar bir gemi yapmış ustalar. Herbir yerine bin sevgi besleyerek inşa etmişler gemiyi. Yelken direğinden, döşemelerinin arasındaki urgana kadar emekle, sevgiyle ve en önemlisi de içlerinden gelerek yapmışlar. Bu gemi saolsun incelikli kabiliyetli çevik içindekini kendine ve denize küstürmeyen ruh sahibi bir gemi olmuş. Deniz görmüş, deniz görmüş. O limandan bu limana o denizden şu fırtınaya girmiş çıkmış. Dev dalgaların içinden, türlü anaforların arasından hadi gemiyi ikiye bölebilecek şiddette ters akıntıların arasından sağ ve salim çıkmış... Bir gün olmuş tüm yuvarlaklığıyla ufkun, çizgisinden güneş doğmuş. Gemi, sallana sallana ince bir rüzgarda bir limana varmış. Gemi bu limanı görür görmez aşık olmuş. Çıldırmış. Atmış hemen halatını bağlatmış babaya. Limanımda limanım demiş. Gün olmuş uzak uzak diyarlara sefere gitmiş. Kimi gittiği diyarlada gördüğü limanları kendi biricik limanı ile kıyaslamış, serde dalga akar. Bakmış olmuyor, yerini yadırgıyor tutturmuş bir limanım. Nerede ne zaman bir fırtınaya yakalansa ille limanım ah o limanım, nerede bir liman buna ters davransa yer olmasa, bu hınzırlığa kalkışıp yüz bulamadığında, her halat sallayışında ilk seferde halatı tutturamadığında, başlamış sayıklamaya ah limanım vah limanım... fakat o liman bunu ne umursamış ne de değer vermiş... o liman gemisinin kıymetini bilememiş...

Bu beşiktaş iskelesinin yanındaki zırtapoz çaycı ya da büfeci veya her ne haltçı varya, işte orada. Çay kaşığını rask ettiren titrek eller senindir demiş, ondan bundan daha akıllı bir deli. Demiş demişde, delirmiş işte.. Ben çayı şekersiz fakat kaşıklı içerim.. İskelesinin tam karşısındaki eski belediye binasının yanından hatta içinden şimdiki ptt nin karşısının biraz yanına çıkan bir patika var, cümle insanımız kullanırız.. O patikanın denize bakan kısmında gözleri. Sigara da içmiyor ki tamamlansın gösteri. Uzaktan bir silüet misali dün konuştuğu kızı düşünüyor ya da bir
zamandır olsun diye umduğunu. Belki geceleri dağınık odasının 13 inç' ine sığan görüntüsünde. Her kavga ettiğinde, her hayalindekiyle uyuşmayan sözde aklı hep ona gidiyor. O dediği, ondan başka hiç kimse için büyük olmayan. Ona sığındım ondan medet umdum... İnsan( isim veremedim, vereceğimin kanına girmek istemedim) her kimle tanışıp hayaller kurduğunda, olaki bu hayaller tutmadığında, beklediğini bulamadığında hayal kırıklığına uğradığında, sabah sofrasında yumurtayı beğenmediğinde, tualette kıl buduğunda, elini isteği gibi tutamadığında, umduğunu karşısında bulamamaktan ötürü. Çünkü, aslında karşısındaki umduğunu karşılama makinesi değil. Senin benim gibi insan. İnsan ulan. Benim gibi onun gibi beklentileri var, senden benden istedikleri var. Buradan yetkililere sesleniyorum, devlet insanların beklentilerini karşılayacak bir kurum bir bakanlık inşaa etsin. Dilekçeyle sevelim birbirimizi. Kayıt ücretlerimiz makbuzlarımız olsun.
Kaşeler havalarda uçuşsun...

İşte şimdi bir tane daha, altı üstü çay içiyorum böyle bakmaya ne gerek var. Kalksam yerimden yanına gelsem desem dahiliye ne tarafta acaba. Bir dakika neredeyim ben ne dahiliyesi. Bir heves bir ümit tutuşsak el ele, ne bileyim bişiler yapılsa, daha yaşanmamışın hesapları yapılsa, sanki bir eve eşya dizer gibi yapılacaklar hem belli hem belirsiz olsa. Ve en sonunda kavga etsek tartışsak iki gün üç gün bir ay beş ay senelerce yüzlerimize bakmasak. Sanki hiç sevişmemiş gibi olsak. Karşılıklı birer duvar olsak. Ben bu durumda ne yapacağımı bilemez bir halde sığınacak liman ararken ona sığınsam. Sen ona sığınsan. Seni onunla karşılaştırsam o başka öperdi o şöyle yapardı, boynumdaki yeri o bilir belimi o anlardı. Ona bakışım yeter di ama ah sana hiç yetmedi, beni sen anlamadın. Sen beni onun gibi anlamadın......... desem.
Bize gelen ilk tutarsızlıkta birbirmizi ezip geçip onlara sığınsak. Onlar ki zaten acımadılar bize. Onlar ki bilmediler göz yaşlarımızın değerini. Ellerimizin, o seven ellerimizin kıymetini. Sandılar ki hep sevicez onları, daima sevicez. Ne yaparlasa yapsınlar, bizi neye sürükleseler sürüklenicez. Akıp gidicez. Onların gözünde birer değersiz sözde değerli ama iş eyleme geldiğinde ortalarda vinç göstermeyen belediye, öyleyiz. Onaların gözünde böyleyiz.. Hep geri dönecek olan, her zaman nankör elleri tutacak olan. Ne yaparlarsa yapsınlar geri döndüklerinde onların kendilerini ne de olsa bir sevenim var olmadı ona dönerim diyecekleri sigortalarıyız... Seni kimseyle kıyaslamadım. Hayatımda bir o yok. Hayatımda bir o olsun diye uğraşmıyorum. Hayatımda sen ol istiyorum. Hayatımda sen olmadığında dönecek bir o yok benim için. Etraf da onlardan çok var. Onlar heryerdeler... Sen olmazsan hayatımda açık okyanusda fırtınanın göbeğinde tek bir gemi gibi sallanıp durucam, gibi ne kötü bir sözcük. Zaman zaten geçiyor, aylak da değilim. Hayatım kısmen ellerimde, toz toz uçuşuyor... Dev hayat parçalarının dalgalarında insanlarca hem yutulmak hem yutulmamak için tutunuyorum... Sende olmayacaksan hayatımda, bir güçlükte bir zorlukta onların limanına gidip o limanlarla beni kıyaslayıp, sadece senin verdiğin değerle parlayan bir ahmağın peşinde yaşanmışlıktan sayacaksan, sen de olmayacaksan hayatımda, kahrolsun tüm limanlar... Kahrolsun tanınması gereken tüm denizler... O, onlar, sen ve ben.. işte burada duruyor... gel artık da gerçeği görelim. Gerçeği yaşayalım.. Yaşama vakitdir şimdi, hayata inat...

Şimdi se bir kavak ağacı var her rüzgarda dalgalanır yaprakları....

19 Eylül 2011 Pazartesi

Madem.

Madem sevicem seni, sevdiğim herkeslerden çok...
Madem aylarca ağladığım buhranlara
Ğöğsümü gere gere giricem, hiç çekinmeden
Madem ki, aradığım olucan, kadıköyüm olucan
Her sokağında tattığım...
Madem beyin var.. pembe hoş..
Madem telefonu çaldırmayan ben
Madem, madem, madem, madem......

Şimdi şu anda korkularım zirvesinde, fakat ben giderim korkularımın üzerine. Sana doğru bir hamle, karşılanası bir pas. Biliyorum, seviyorsun sporu. Uykusuzluk gözlerim ve yüzümde bir gülümseme. Bir şeylermi yapmak lazım. Benim sorunum anlaşılamamak değil ya da anlatamamak. Benim sorunum acaba anlatsam mı?...

Anlamak: En az iki kişinin birbirlerinin anında var olabilmesi. Aynı anı aynı anda en az iki kişinin yaşıyabilmesi... Korku: Kazanamadıklarını kaybetme... Empati: Ayağa kalkıp birinin kendi yüzüne, kendi eliyle en az, ikinci kişinin yardımıyla tokat atabilmesi... Güven: Harç.

Fakat usta kim?

16 Eylül 2011 Cuma

işte şimdi tüm korkumla...

Bak işte şimdi, o ilk dalgaların kabardığı beşiktaş iskelesinin yanındayız. Yeniden. Şimdiden çaylarımız bitmiş bile. Çalışan ikinci çaylarımızı getiriyor... şimdiki zaman içinde gerçek değiliz. Gerçekten bir haberiz. Tutuyorum ellerini. tamam kavga ettik, görüşmedik alındık ve darıldık hatta seviştik ve öpüştük. Olmaz mı deneyemez miyiz tekrardan. Bak bende öpüşmemizden kaynaklı bir ümit var. Hadi bak işte o rüzgarlar tekrardan esiyor. Olmazmı atlasak bizde. Ver yansın desek el açsak yangın yerinde. Çok mu... Ama bak o bakışın bir anda duvar oluşun. Beni karşında görmeyişin. Gördüğünün ben olmayışının. O acımasızlığının. Kadının en korkutucu yanı bir anda büyümesidir. Bir anda maddeleşmesi bir anda elle tutulur gözle görülür olmasıdır. Bu korkunçtur.. Eğlenceli bir şekilde süren hayatımızda birden senin büyümen taşlaşman ve bana bakışlarında duvar varcasına bakma ihtimalin korkutuyor beni. Korkuyorum, seni sevmekten korkuyorum.
Bir gün gideceğin ihtimalinden, senden kaynaklı ihtimallerden korkuyorum.. korkum engelliyor sevgimi. Şimdi olsan, bak erkeğin hayalciliği başkadır, bu uzaktan sorumsuzluk ya da çocukluk olarak görülür, şimdi burada olsan bana bir sarılsan, benim sende hayal kurduğum sevgi gösterisini bana, ben sana söylemeden bana göstersen. Dur dur çok mu oldu... ama hayal ya işte boşver olsa ya diye düşünelim. Sevmezmiyim en çok seni, düşünmezmiyim en çok seni, herkeslerden herşeylerden korumaz sakınmaz el üstünde tutmazmıyım seni... ama korkuyorum senden, sana kendimi vermekten. Bak, ben sevmeyi bilmiyor değilim. Aslında ben çok uzun süredir mağrur bir sevenim. O kadar ki bu sevme artık o kadar ben oldu o kadar çok benim bir parçam oldu ki, bütün bir diğer sevmelerden farklılaştı. Tamamiyle bensel bir sevme kalıbı.. bencil değil bensel, çünkü bencil olsaydı seni sevemezdim... İşte şimdi rüzgarın hızlanıp yaprakların solduğu, şarabın kızıllığının arttığı zamanlardayız... Ben burada uzanmış türlü hayallerin korkularıyla seni bekler haldeyim. Tüm korkumla karşında dikildim. Ne olur sen.. ezip geçme beni.

13 Eylül 2011 Salı

balina.

Ve işte şimdi,
O ilk dalgaların köpürdüğü
kahvedeyiz....

İkimiz birlikte
şimdi
Tek çayın aynı kaşığını,

sallamaktayız...

9 Eylül 2011 Cuma

içimde hiç bir şey yok... Ah beni bir tanısanız. aah beni bir anlasanız. İçimde ne fırtınalar kopmakta içimde ne sorunlara çözüm bulunmakta ah bir bilseniz..... ama gel gör ki içimde bir şey yok...

3 Eylül 2011 Cumartesi

muhabbet

Şimdi bazen, aslında ya da ama.
Şu dünya da ya da bu dünyada.
Hangi noktalama...
bir önemseme ya da bir duyumsama
Belki
belki... bizim hayatımızı mahvedenler
belirsizlikler...
uzaklardaki yeşil çayırlar bayatlığı
yakınımızdaki gri bina gerçekliği...
bir kadehde aranan birliktelik
bir muhabbetin ki beli kırılmalık.
şu yaşıma kadar yaptığım
kağıtlara sığdırdığım bir kocaman
yalnızlık ve
bir de sade
muhabbet...