26 Aralık 2011 Pazartesi
20 Aralık 2011 Salı
20 Kasım 2011 Pazar
Güvenilmezliğin Manifestosu....
şimdi..
içkimi içiyorum sigaramı üflüyorum? Barda çalıştığım için geceleri başıma ne geleceği belirsiz mi? bir sürü kadın askıntımı oluyor. alkollüyken biriyle gidermiyim? unuturmuyum bir gün seni çok içtiğimde..silinir misin benden kafam dumanlıyken...
ben güvenilmez bir erkek olarak sana hiç yalan söylemedim...
15 Kasım 2011 Salı
Tarifsiz halinde..
Öğleden sonrası...
Bir avucumuz,
Bir nedenle bir şeylere
Suskun - hayır üzgün değil.
Yağmur dışarıda ıslatmıyor,
İçimizi soğutuyor,
İçeride- şömine alevi mahzun.
Her an ve her hangi bir şeye
Kahkaha patlatmaya hazır,
Gemi tren otobüs ve araba
Bekler gibi...
Zaman dolduruyoruz...
Gözlerimiz benim bilmediğim bir
Parlaklıkta.
Bekliyor olmanın,
Tarifsiz halinde....
14 Kasım 2011 Pazartesi
c.e.................
Düş neredesin? Gökyüzü maviye döndü mü ?
c.e
ve ben sonra gittim bıyık çizdim...
6 Kasım 2011 Pazar
ezgiye mektup no:2
içimden ne geliyorsa o...
bence sen bir şeyler deniyorsun. hayatındaki gidişatını bir şeylerle değiştirmeye çalışıyorsun. zamanlamanın tutmaması bundan. tabi bu sadece bence, bence olduğu için bencilce de. ama başkalarını düşünmenin yolu kendini düşünmekten geçer. şimdi söyle, ben ne yapayım. önce beni kendinle birlikte tatlı düşler kurmaya çektin ve ilginç kurduk da.. sonra benimle konuştun konuştun konuştuk ne koku vardı ne ten ama konuştuk. bu gün biri bana aşık oldun mu nasılsın diye sordu. sonra da kedisini besleyeceğini söyleyip benden ayrılıp gitti ve başka bir barda bira içti. şu anda tüm arkadaşlarım dışarıda bira içiyorlar. önce çalıştığım mekanda içtiler, hemde hepsi ama hiç biri giderken beni görmeye çalışıp hoşçakal demedi. söyle bana ben mi çok abartıyorum? şimdi yanında değilim çünkü sen hayatında bir şeyler deniyorsun. benim gibi sana baskı yapacak biri seni yanlışa sürükleyebilir. ama benim gibi biri o yanlışta seninle yanmaya razı da olabilir. şimdi acaba anladınmı ben neden aşık olamıyorum ve aynı zamanda aşığım.. geçmişimde ya da nostaljimde her ne olduysa ve ben her ne kadar düzeltmeğe çalıştıysam da olmadı çünkü onların hep evlerinde beslemeleri gerektikleri bir kedileri oldu ve ben her geçen de daha da yalnız oldum...
sevgili ezgi tatı rüyalar sana...mutlu geceler.
29 Ekim 2011 Cumartesi
kaydı yayınla.
kabuğunun sertleşmesi gibi çıktı, o vakit artık benimdi.. bu benim yalnızlığımın çizgisi, biri hayatıma girdi diye artacak değil, hatta o hayatıma girenin daha giremeden çıkmasıyla daha da kalınlaşıyor.
hayır ben adi değilim, birşeyler verdim diye alacak da değilim... şu zamanlar bunun tersinin zamanları ve sen de o tersin insanısın..
ben yatıyorum... yapabildiğim tek şey yatabilmek...
not: lütfen sana yazdığım birşeyi okuduysan bana birşey söyle. her gün bir kere yazmanın ne olur ikinci kuralı olsun.
22 Ekim 2011 Cumartesi
6 Ekim 2011 Perşembe
24 Eylül 2011 Cumartesi
22 Eylül 2011 Perşembe
gemiz, deniz ve tüm söylenmesi gerekenler....
Bir zamanlar bir gemi yapmış ustalar. Herbir yerine bin sevgi besleyerek inşa etmişler gemiyi. Yelken direğinden, döşemelerinin arasındaki urgana kadar emekle, sevgiyle ve en önemlisi de içlerinden gelerek yapmışlar. Bu gemi saolsun incelikli kabiliyetli çevik içindekini kendine ve denize küstürmeyen ruh sahibi bir gemi olmuş. Deniz görmüş, deniz görmüş. O limandan bu limana o denizden şu fırtınaya girmiş çıkmış. Dev dalgaların içinden, türlü anaforların arasından hadi gemiyi ikiye bölebilecek şiddette ters akıntıların arasından sağ ve salim çıkmış... Bir gün olmuş tüm yuvarlaklığıyla ufkun, çizgisinden güneş doğmuş. Gemi, sallana sallana ince bir rüzgarda bir limana varmış. Gemi bu limanı görür görmez aşık olmuş. Çıldırmış. Atmış hemen halatını bağlatmış babaya. Limanımda limanım demiş. Gün olmuş uzak uzak diyarlara sefere gitmiş. Kimi gittiği diyarlada gördüğü limanları kendi biricik limanı ile kıyaslamış, serde dalga akar. Bakmış olmuyor, yerini yadırgıyor tutturmuş bir limanım. Nerede ne zaman bir fırtınaya yakalansa ille limanım ah o limanım, nerede bir liman buna ters davransa yer olmasa, bu hınzırlığa kalkışıp yüz bulamadığında, her halat sallayışında ilk seferde halatı tutturamadığında, başlamış sayıklamaya ah limanım vah limanım... fakat o liman bunu ne umursamış ne de değer vermiş... o liman gemisinin kıymetini bilememiş...
Bu beşiktaş iskelesinin yanındaki zırtapoz çaycı ya da büfeci veya her ne haltçı varya, işte orada. Çay kaşığını rask ettiren titrek eller senindir demiş, ondan bundan daha akıllı bir deli. Demiş demişde, delirmiş işte.. Ben çayı şekersiz fakat kaşıklı içerim.. İskelesinin tam karşısındaki eski belediye binasının yanından hatta içinden şimdiki ptt nin karşısının biraz yanına çıkan bir patika var, cümle insanımız kullanırız.. O patikanın denize bakan kısmında gözleri. Sigara da içmiyor ki tamamlansın gösteri. Uzaktan bir silüet misali dün konuştuğu kızı düşünüyor ya da bir
zamandır olsun diye umduğunu. Belki geceleri dağınık odasının 13 inç' ine sığan görüntüsünde. Her kavga ettiğinde, her hayalindekiyle uyuşmayan sözde aklı hep ona gidiyor. O dediği, ondan başka hiç kimse için büyük olmayan. Ona sığındım ondan medet umdum... İnsan( isim veremedim, vereceğimin kanına girmek istemedim) her kimle tanışıp hayaller kurduğunda, olaki bu hayaller tutmadığında, beklediğini bulamadığında hayal kırıklığına uğradığında, sabah sofrasında yumurtayı beğenmediğinde, tualette kıl buduğunda, elini isteği gibi tutamadığında, umduğunu karşısında bulamamaktan ötürü. Çünkü, aslında karşısındaki umduğunu karşılama makinesi değil. Senin benim gibi insan. İnsan ulan. Benim gibi onun gibi beklentileri var, senden benden istedikleri var. Buradan yetkililere sesleniyorum, devlet insanların beklentilerini karşılayacak bir kurum bir bakanlık inşaa etsin. Dilekçeyle sevelim birbirimizi. Kayıt ücretlerimiz makbuzlarımız olsun.
Kaşeler havalarda uçuşsun...
İşte şimdi bir tane daha, altı üstü çay içiyorum böyle bakmaya ne gerek var. Kalksam yerimden yanına gelsem desem dahiliye ne tarafta acaba. Bir dakika neredeyim ben ne dahiliyesi. Bir heves bir ümit tutuşsak el ele, ne bileyim bişiler yapılsa, daha yaşanmamışın hesapları yapılsa, sanki bir eve eşya dizer gibi yapılacaklar hem belli hem belirsiz olsa. Ve en sonunda kavga etsek tartışsak iki gün üç gün bir ay beş ay senelerce yüzlerimize bakmasak. Sanki hiç sevişmemiş gibi olsak. Karşılıklı birer duvar olsak. Ben bu durumda ne yapacağımı bilemez bir halde sığınacak liman ararken ona sığınsam. Sen ona sığınsan. Seni onunla karşılaştırsam o başka öperdi o şöyle yapardı, boynumdaki yeri o bilir belimi o anlardı. Ona bakışım yeter di ama ah sana hiç yetmedi, beni sen anlamadın. Sen beni onun gibi anlamadın......... desem.
Bize gelen ilk tutarsızlıkta birbirmizi ezip geçip onlara sığınsak. Onlar ki zaten acımadılar bize. Onlar ki bilmediler göz yaşlarımızın değerini. Ellerimizin, o seven ellerimizin kıymetini. Sandılar ki hep sevicez onları, daima sevicez. Ne yaparlasa yapsınlar, bizi neye sürükleseler sürüklenicez. Akıp gidicez. Onların gözünde birer değersiz sözde değerli ama iş eyleme geldiğinde ortalarda vinç göstermeyen belediye, öyleyiz. Onaların gözünde böyleyiz.. Hep geri dönecek olan, her zaman nankör elleri tutacak olan. Ne yaparlarsa yapsınlar geri döndüklerinde onların kendilerini ne de olsa bir sevenim var olmadı ona dönerim diyecekleri sigortalarıyız... Seni kimseyle kıyaslamadım. Hayatımda bir o yok. Hayatımda bir o olsun diye uğraşmıyorum. Hayatımda sen ol istiyorum. Hayatımda sen olmadığında dönecek bir o yok benim için. Etraf da onlardan çok var. Onlar heryerdeler... Sen olmazsan hayatımda açık okyanusda fırtınanın göbeğinde tek bir gemi gibi sallanıp durucam, gibi ne kötü bir sözcük. Zaman zaten geçiyor, aylak da değilim. Hayatım kısmen ellerimde, toz toz uçuşuyor... Dev hayat parçalarının dalgalarında insanlarca hem yutulmak hem yutulmamak için tutunuyorum... Sende olmayacaksan hayatımda, bir güçlükte bir zorlukta onların limanına gidip o limanlarla beni kıyaslayıp, sadece senin verdiğin değerle parlayan bir ahmağın peşinde yaşanmışlıktan sayacaksan, sen de olmayacaksan hayatımda, kahrolsun tüm limanlar... Kahrolsun tanınması gereken tüm denizler... O, onlar, sen ve ben.. işte burada duruyor... gel artık da gerçeği görelim. Gerçeği yaşayalım.. Yaşama vakitdir şimdi, hayata inat...
Şimdi se bir kavak ağacı var her rüzgarda dalgalanır yaprakları....
19 Eylül 2011 Pazartesi
Madem.
Madem aylarca ağladığım buhranlara
Ğöğsümü gere gere giricem, hiç çekinmeden
Madem ki, aradığım olucan, kadıköyüm olucan
Her sokağında tattığım...
Madem beyin var.. pembe hoş..
Madem telefonu çaldırmayan ben
Madem, madem, madem, madem......
Şimdi şu anda korkularım zirvesinde, fakat ben giderim korkularımın üzerine. Sana doğru bir hamle, karşılanası bir pas. Biliyorum, seviyorsun sporu. Uykusuzluk gözlerim ve yüzümde bir gülümseme. Bir şeylermi yapmak lazım. Benim sorunum anlaşılamamak değil ya da anlatamamak. Benim sorunum acaba anlatsam mı?...
Anlamak: En az iki kişinin birbirlerinin anında var olabilmesi. Aynı anı aynı anda en az iki kişinin yaşıyabilmesi... Korku: Kazanamadıklarını kaybetme... Empati: Ayağa kalkıp birinin kendi yüzüne, kendi eliyle en az, ikinci kişinin yardımıyla tokat atabilmesi... Güven: Harç.
Fakat usta kim?
16 Eylül 2011 Cuma
işte şimdi tüm korkumla...
Bir gün gideceğin ihtimalinden, senden kaynaklı ihtimallerden korkuyorum.. korkum engelliyor sevgimi. Şimdi olsan, bak erkeğin hayalciliği başkadır, bu uzaktan sorumsuzluk ya da çocukluk olarak görülür, şimdi burada olsan bana bir sarılsan, benim sende hayal kurduğum sevgi gösterisini bana, ben sana söylemeden bana göstersen. Dur dur çok mu oldu... ama hayal ya işte boşver olsa ya diye düşünelim. Sevmezmiyim en çok seni, düşünmezmiyim en çok seni, herkeslerden herşeylerden korumaz sakınmaz el üstünde tutmazmıyım seni... ama korkuyorum senden, sana kendimi vermekten. Bak, ben sevmeyi bilmiyor değilim. Aslında ben çok uzun süredir mağrur bir sevenim. O kadar ki bu sevme artık o kadar ben oldu o kadar çok benim bir parçam oldu ki, bütün bir diğer sevmelerden farklılaştı. Tamamiyle bensel bir sevme kalıbı.. bencil değil bensel, çünkü bencil olsaydı seni sevemezdim... İşte şimdi rüzgarın hızlanıp yaprakların solduğu, şarabın kızıllığının arttığı zamanlardayız... Ben burada uzanmış türlü hayallerin korkularıyla seni bekler haldeyim. Tüm korkumla karşında dikildim. Ne olur sen.. ezip geçme beni.
13 Eylül 2011 Salı
balina.
O ilk dalgaların köpürdüğü
kahvedeyiz....
İkimiz birlikte
Tek çayın aynı kaşığını,
sallamaktayız...
9 Eylül 2011 Cuma
3 Eylül 2011 Cumartesi
muhabbet
Şu dünya da ya da bu dünyada.
Hangi noktalama...
bir önemseme ya da bir duyumsama
Belki
belki... bizim hayatımızı mahvedenler
belirsizlikler...
uzaklardaki yeşil çayırlar bayatlığı
yakınımızdaki gri bina gerçekliği...
bir kadehde aranan birliktelik
bir muhabbetin ki beli kırılmalık.
şu yaşıma kadar yaptığım
kağıtlara sığdırdığım bir kocaman
yalnızlık ve
bir de sade
muhabbet...
29 Ağustos 2011 Pazartesi
uykusuzluğum..
Tekrar tekrar.... tekrar.
-orada! bir ada gibi
yalnız
tek başına-
Aklımda bir zaman
masalarca, masalarda
orada... ve
ve şimdi sen vakti
tüm uykusuzluğum sana..
28 Ağustos 2011 Pazar
El.
Babaaa babaa diye ağlayarak babamın yanına koştum bacaklarına sarıldım. Ellerim kafamdan akan kanı durduramayacak kadar küçüktü. Allahtan babamın eli büyüktü, baba olmak biraz da eli büyük olmaktı. Doğruca bir özel hastane gittik yirmi iki dikiş atıltı kafama. Pansuman yapıldı ve o bir çok kez hayatımı kurtaran sarı tozdan döküldü... Babam elimi tutmuş oturduğumuz yere geri döndük. Elimde kola mı vardı ne vardı bilmiyorum. Apartmanın kapısındaki basamaklara ilk adımımı attım. Basamaklar sabunluymuş tek elim babamın avucunda kaydım, kaydığım gibi alnımı basamağın köşesine vurdum. Vurduğum gibi hadi tüm terane baştan. Ama olsun babamın eli kocamandı yine....
İşte sanırım ben bu olayı yaşadığımdan beri, kendi kendimi bir şekilde bitiriyorum, kurduğum düzeni yıkıyor yenisini yapıyor yeniden yıkıyor yapıyor yıkıyor yapıyor amaaan.. Her ne hikmetse harç bitmiyor bitemiyor.. Ssk hastanelerin poğaça kokusu ve şeftali suyu hatırımdan çıkmıyor... Bizimki de böyle işte.
23 Ağustos 2011 Salı
m. b. a. m. o. s.
şimdi, sonra ya da ner ne boksa
burda buradayken
ve bir şans olan şimdideyken
hiç bir haltımdan bir pişman değil
birbirimizi bir değil ayrı
kendimi sende değil seni sende bilip
senin zamanında sende varım.
sende yoksam
oralarda bir yerlerde
varım...
bugün yarın.. üç ay sonra.. zamana ne fark eder.
18 Ağustos 2011 Perşembe
bilmemenin getirdiği ürpeti, bilmenin getidiği bekleme süresi... ve dünyanın kendi zamanı. eşittir seni seviyorum. şu anda ağlıyor muyum? evet. bilakis ağlıyorum.olabildiğince net. dışarıda bir hayat var şahsıma 2077 de bitecek ama ya..
işin aslı bir tür kararsızlık, bir tür anlamamazlık ve bir tür ne oluyorculuk. bunu okuyorsun, biliyorsun. madem biliyorsun çalıştığım yer karga bar, oturduğum yer park palas apartmanı daire üç, kadıköy. seni bekliyorum. sen gelmesende ben seni seviyorum...
10 Ağustos 2011 Çarşamba
Sana İhtiyacım Var...
Sana ihtiyacım var
Sevgili saksı...
Senin içindeki toprağın hissine
O topraktan çıkacak çiçeğin hissine
Esasen kırmızını
Plastiğinin ya da taşının
Hissine
İhtiyacım var..
Seni seviyorum
sevgili saksı.m ...
8 Ağustos 2011 Pazartesi
acıbadem de son tango..
15 Temmuz 2011 Cuma
6 Temmuz 2011 Çarşamba
o yataktan çıkmayalı...
sol kolunu kaldırıp gözünün üstüne attı. bir miktar böyle vakit geçirip, karıncalanan kolunu tekrar kaldırdı. zira kolu karıncalandığından bunu bir kıpırdatma değil daha çok bir silkinme hatta fırlatmaydı. fırlatılan kol ileri değil yukarı doğru gitmişti, gittiği gibi de havada bir durup aynı bir yılanın yukarı kalkması gibi ya da bir yunus suda arka yüzgeci üzerinde durması gibi. Bu bir kaç saniye hızla sona ererken havadaki yüz tam yüzüne düşmüştü. Lak diye yüzünen inen elinin şiddeti ile bir yandan küfreder bir yandan can acısına
üzülür fırladı yataktan. Sağ elindeki otostop parmağı ile işaret parmağı bir araya gelmiş gözünü ovuçturuyor uzaktan görüntüsü tek kolu arkada destek sanki bir ressam boz veriyor da ressam resmi yaparken gözüne boya şıçratmış onu temirlerken sinirleniyor gibiydi. bu görüntüsü parmakları gözünde olmasa ve resmi gerçekten yapılıyorsa inanın bir baş yapıt bir kilometre taşı olabilirdi...
yatakta en sonunda sakinleşip etraflıca küfürleri mırıldanır gibi eder oldu. perdeleri gördü, gördüğü perdelerin açık kalmış tarafından ve daha doğrusu taraflarından yansıyan, yansımadan ziyade nişanlanan ışık çizgilerini gördü. ofladı pufladı yedi dağı arkası ile devirdi, yaradışıla hadi olmadı evrimleşmeye bir kısım lanetler indirdi. üstündeki pikeyi kaldırdı. doğruldu ayağa kalktı iki üç adım atıp koluyla eline uzatıp perdeyi örttü, döndü yatağına yattı pikesini çevirdi... yatağında iki yastık vardı, birine başını koyuyor birine sarılıyordu bu aslında sarılıp başına omzunu koymuş çimenlerde uzanan çiftler yansıması vardı.. sarıldı yastığına, titredi bir. gözleri açılır gibi oldu. sımsıkı kapattı gözlerini, biraz daha sarıldı yastığa, kafasını biraz daha gömdü hatun karnına. sımsıcak poğaça gibi... gözünden bir damla yaş kaydı sonra, kasılan gözlerinin altındaki morluklar ala, o yataktan çıkmayalı sanki bir ay olmuş gibi...
......
2 Temmuz 2011 Cumartesi
biz hangi ara böyle olduk?
Savurdu elindekini özgürlüğüme...
Ve şimdi bir eli ağzında şişesi
Düştü... düştü şimdi...
Yan sokağımız kilise,
öte yanımız minare
ne gerek vardı ki
böylesine.
İçimde hep bir geç kalmışlık duygusu
İçimde hep bir mıstık dur düşündüğün gibi değil durumu.
Eli bıçaklı sopalı dili küfürlü sigaralı
sanki değil mi bizim kardeşimiz.
okulda yanımızda oturan,
birlikte sigaraya başladığımız...
aynı duvara birlikte oturup
aynı pornoyu izlediğimiz.
mahalle maçında omuz omuza
bilek güreşinde karşı karşıya
ama hep cancana idik
şimdi ne oldu da
sen beni bıçaklar oldun,
sen beni bıçaklar oldun da buna
göz yuman kim oldu..?
biz hangi ara böyle olduk?
18 Haziran 2011 Cumartesi
?
acaba bakan olmuşmudur
diye düşünüyorum,
klavyenin her seferinde bastığım tuşu
yanlış tuşmuş gibi
silip silip tekrar tekrar
sanırım kağıda yazmanın
zorluğu
silmesinden kaynaklı...
yazmak bir yerde silme işi..
bu hisser bu durumlar ve düşler...
karar vermenin zorluğunu
şu an olduğunun, farkederek düşün
silmek istiyorum
kötü diye
silmiyorum
silmek kolay diye...
ucuz yolda kafiye.
düşün.
1 Haziran 2011 Çarşamba
eksik....
kızgınlık mı?
hayır...
öfke.. değil.
yalnızlık, tek başınalık
türlü türlü başkalık mı?
değil..
sanırım
hissim eksiklik...
eksik hissediyorum
şimdi..
31 Mayıs 2011 Salı
30 Mayıs 2011 Pazartesi
21 Mayıs 2011 Cumartesi
seninle tek derdim...
bu net gerçek.
Ben senin arkadaşın değilim,
bence.
ben senin dostun da değilim
bu evrensel gerçek.
Son ikisi senin bana kazıdığın anlamlar,
ilki seninle tek derdim.
sana iyi geceler diyemem.
parmaklarım yorgun..
sevemedin beni,
söyleyecek bir kelimem yok
ikim var
seni seviyorum
o kadar...
14 Mayıs 2011 Cumartesi
ben gidip alıyorum..
Yatağında ellerini kovuşturdu. Dün gece tanıştığı kızı düşündü... Tualetin önü vardiya çıkışı, peçeteler yerlerde insanlar terli. Alkolün dengesiz yatağı. Bir o yana bir buna sallıyordu bizleri. Kabinde kendinden geçen, barda mutlak izleyici. arası araf, herkezler bir tuhaf...içimizde bizden büyük sorunlar, belki aydan eskiler.. belki bulut gibi. Ellerini yüzüne götürdü, sırtını altına verdi. bakmaya başladı, parmaklarını izliyordu, o baktıkça parmakları hareket ediyordu, hareket ediyordu parmakları çünkü o bakıyordu. Kocaman kafa kadar bir göz, ince bir boyun kısa bir boy, izledikçe izliyor, izledikçe izliyordu..yirmi dört yaşının otoportresi buydu... Şarkıları değiştiriyordu, değiştiriyordu fark edilmek için, günaydına hasret bir öpücüğe... kelimelerle anlatılamayacak, cümlelerin kurulamayacağı, sadece gözün görebileceği bir mağrurluk. Hey gidi mağrurluk... sonu gelmiyor, ben gidip alıyorum...
10 Mayıs 2011 Salı
yaşama sevinci..
temiz değilim
kirnelen yerlerimi
peçete ile
sildim
temizlendim sandım...
yanılmışım
siyah pek de yakışmıyormuş
doğrusu
göğe baktım
ve toprağa
denizi sevdim
ateşi bildim
ağaca çıktım
uzaklara baktım, el salladım
el salladım
yüzümde bir gülümseme
içimde bir yaşama sevinci
ama içimde
yaşama sevinci.
4 Mayıs 2011 Çarşamba
2 Mayıs 2011 Pazartesi
içimde bir...
bir şiir vardı
aklımda..
bir yudumda, uçtu.
çizilmiş gözünde, korkutan bir
afallama,
içimde bir votka arzusu
içimde bir
yastık kızgınlığı,
içimde bir sen
yoksunluğu.
27 Nisan 2011 Çarşamba
diye.
Şimdi bu kızcağız ne yapıyor diye.
Tahta merdivenlerde koşarken
yukarı aşağı,
sanki hiç gitmiyormuş gibi
eve.
hissederken.
Düşünüyorum,
Ne yapıyorsun? diye.
17 Nisan 2011 Pazar
şimdi ne olucak
yeniden merak ediyorum...
acaba ne olucak ?
senin başkasıyla olduğunu bilen
benim,
karşısında
senin,
hislerimin karşısında
hislerin...
merak ediyorum
bir tanem
şimdi ne olucak..?
10 Nisan 2011 Pazar
hava...
Tayfayım...
Gidiyorum,
Rüzgar biliyor,
Dalga biliyor,
Havada
Bulut biliyor...
Ben,
Bilmiyorum...