26 Aralık 2011 Pazartesi

Şu sıralar ne kadar çok düşünüyorum seni...
Şu sıralar ne kadar çok gömüldüm
kitaplara, filmlere...
Kendi kendine yetebilme davasında harcadım
kendimi...
ah bir bilsen
ne kadar çok düşünüyorum seni şu sıralar...
öyle durup bakıyorum sadece, gülen yüzümde
hep bir tebessüm gibisin....

20 Aralık 2011 Salı

Senin aradıklarının hiçbiri ben değilim..
Benim aradıklarımda sen yoksun...
ben neyim
sen nesin...

29 Kasım 2011 Salı

zaptedilemez bir sarhoş
ve
çok tehlikeli bir aşık

.......

20 Kasım 2011 Pazar

Güvenilmezliğin Manifestosu....

Sanırım ben sana yalan söylemedim ve seni hiç himseyle aldatmadım buna kendim de dahilim. Sanırım seni telefonun diğer ucunda ağlamaktan gözlerinin şiştiği bir halde de bırakmadım. Karanlık bir sokakta sen acizken terketmedim seni.Bana sarılmak istediğinde sırtımı da dönmedim. Senin olduğun mekanlara kıskanacağını ve üzüleceğini bilerek başka kadınlarla gelmedim. Tokat atmadım sana. Küfretmedim. Zaten zor hayatı sana daha da zor kılmadım.. Senin hayallerini yıkmayıp, gülümsemeni soldurmadım, seni kendimden nefret ettirtmedim. Sana söz verdim ve tuttum...
şimdi..
içkimi içiyorum sigaramı üflüyorum? Barda çalıştığım için geceleri başıma ne geleceği belirsiz mi? bir sürü kadın askıntımı oluyor. alkollüyken biriyle gidermiyim? unuturmuyum bir gün seni çok içtiğimde..silinir misin benden kafam dumanlıyken...

ben güvenilmez bir erkek olarak sana hiç yalan söylemedim...

15 Kasım 2011 Salı

Tarifsiz halinde..

Karga da bir salı,
Öğleden sonrası...
Bir avucumuz,
Bir nedenle bir şeylere
Suskun - hayır üzgün değil.
Yağmur dışarıda ıslatmıyor,
İçimizi soğutuyor,
İçeride- şömine alevi mahzun.
Her an ve her hangi bir şeye
Kahkaha patlatmaya hazır,
Gemi tren otobüs ve araba
Bekler gibi...
Zaman dolduruyoruz...
Gözlerimiz benim bilmediğim bir
Parlaklıkta.
Bekliyor olmanın,
Tarifsiz halinde....

14 Kasım 2011 Pazartesi

c.e.................

Ben bugün senin bana çalıştığını söylediğin ama benim gitmekte geç kaldığım yere gittim. İstiklalde camiinin arka sokağının köşesinde idim. Tadilat bok püsür bitki çayı beş lira vesaire... Göz bebeklerim büyüdü. Cebimde elim tuttuğu sözü, daha sıkı tuttu. Tam karşımda gece hayatı ile röpörtaj yapan bir kameraman ve mikrafon soru soran kız ile, üç delikanlı vardı. Delikanlı soru ne bilmiyorum ama doğru cevap vermiş olacak ki bişiler kazandı.. fakat ben sana tuttuğum sözü kaybettim.. Ellerim cebimde gevşedi.. Bir diş agrısı başladı, bacaklarım çok ağrıdı... İstiklal caddesinin sonsuzluğunun bir anda bitivermesi. Sonsuzluğa da bir anda bitmek mana kazandırır.... Şimdi bir söz var cebimde, önceden tuttuğum...

Düş neredesin? Gökyüzü maviye döndü mü ?
c.e

ve ben sonra gittim bıyık çizdim...

6 Kasım 2011 Pazar

ezgiye mektup no:2

içimden ne geliyorsa o...
bence sen bir şeyler deniyorsun. hayatındaki gidişatını bir şeylerle değiştirmeye çalışıyorsun. zamanlamanın tutmaması bundan. tabi bu sadece bence, bence olduğu için bencilce de. ama başkalarını düşünmenin yolu kendini düşünmekten geçer. şimdi söyle, ben ne yapayım. önce beni kendinle birlikte tatlı düşler kurmaya çektin ve ilginç kurduk da.. sonra benimle konuştun konuştun konuştuk ne koku vardı ne ten ama konuştuk. bu gün biri bana aşık oldun mu nasılsın diye sordu. sonra da kedisini besleyeceğini söyleyip benden ayrılıp gitti ve başka bir barda bira içti. şu anda tüm arkadaşlarım dışarıda bira içiyorlar. önce çalıştığım mekanda içtiler, hemde hepsi ama hiç biri giderken beni görmeye çalışıp hoşçakal demedi. söyle bana ben mi çok abartıyorum? şimdi yanında değilim çünkü sen hayatında bir şeyler deniyorsun. benim gibi sana baskı yapacak biri seni yanlışa sürükleyebilir. ama benim gibi biri o yanlışta seninle yanmaya razı da olabilir. şimdi acaba anladınmı ben neden aşık olamıyorum ve aynı zamanda aşığım.. geçmişimde ya da nostaljimde her ne olduysa ve ben her ne kadar düzeltmeğe çalıştıysam da olmadı çünkü onların hep evlerinde beslemeleri gerektikleri bir kedileri oldu ve ben her geçen de daha da yalnız oldum...
sevgili ezgi tatı rüyalar sana...mutlu geceler.

29 Ekim 2011 Cumartesi

kaydı yayınla.

ezgi.. bugün şimdi tekrardan hayallerim yıkıldı. Şimdi yeniden az önce olduğumdan daha yalnızım. Tekrardan güvenmiş, beklemiş ne bileyim çaba sarfetmiş emek harcamış. ve sonuç gene aynı kırıklık, gene aynı uzaklık. bir çizgiye sahibim önceden benim değildi, sonradan zamanla kök salan ağacını
kabuğunun sertleşmesi gibi çıktı, o vakit artık benimdi.. bu benim yalnızlığımın çizgisi, biri hayatıma girdi diye artacak değil, hatta o hayatıma girenin daha giremeden çıkmasıyla daha da kalınlaşıyor.
hayır ben adi değilim, birşeyler verdim diye alacak da değilim... şu zamanlar bunun tersinin zamanları ve sen de o tersin insanısın..
ben yatıyorum... yapabildiğim tek şey yatabilmek...


not: lütfen sana yazdığım birşeyi okuduysan bana birşey söyle. her gün bir kere yazmanın ne olur ikinci kuralı olsun.
kendimi ne addedeceğimi bilemez bir haldeyim. düşünmenin bitmesini istiyorum.. . mutsu..zl.uk...evet öyle.

22 Ekim 2011 Cumartesi

orada o karanlıkların içinde...

6 Ekim 2011 Perşembe

seni gördüğüme sevindim sarı

24 Eylül 2011 Cumartesi

lanet olsun bana.

22 Eylül 2011 Perşembe

gemiz, deniz ve tüm söylenmesi gerekenler....

Bir gün bir fidandan...

Bir zamanlar bir gemi yapmış ustalar. Herbir yerine bin sevgi besleyerek inşa etmişler gemiyi. Yelken direğinden, döşemelerinin arasındaki urgana kadar emekle, sevgiyle ve en önemlisi de içlerinden gelerek yapmışlar. Bu gemi saolsun incelikli kabiliyetli çevik içindekini kendine ve denize küstürmeyen ruh sahibi bir gemi olmuş. Deniz görmüş, deniz görmüş. O limandan bu limana o denizden şu fırtınaya girmiş çıkmış. Dev dalgaların içinden, türlü anaforların arasından hadi gemiyi ikiye bölebilecek şiddette ters akıntıların arasından sağ ve salim çıkmış... Bir gün olmuş tüm yuvarlaklığıyla ufkun, çizgisinden güneş doğmuş. Gemi, sallana sallana ince bir rüzgarda bir limana varmış. Gemi bu limanı görür görmez aşık olmuş. Çıldırmış. Atmış hemen halatını bağlatmış babaya. Limanımda limanım demiş. Gün olmuş uzak uzak diyarlara sefere gitmiş. Kimi gittiği diyarlada gördüğü limanları kendi biricik limanı ile kıyaslamış, serde dalga akar. Bakmış olmuyor, yerini yadırgıyor tutturmuş bir limanım. Nerede ne zaman bir fırtınaya yakalansa ille limanım ah o limanım, nerede bir liman buna ters davransa yer olmasa, bu hınzırlığa kalkışıp yüz bulamadığında, her halat sallayışında ilk seferde halatı tutturamadığında, başlamış sayıklamaya ah limanım vah limanım... fakat o liman bunu ne umursamış ne de değer vermiş... o liman gemisinin kıymetini bilememiş...

Bu beşiktaş iskelesinin yanındaki zırtapoz çaycı ya da büfeci veya her ne haltçı varya, işte orada. Çay kaşığını rask ettiren titrek eller senindir demiş, ondan bundan daha akıllı bir deli. Demiş demişde, delirmiş işte.. Ben çayı şekersiz fakat kaşıklı içerim.. İskelesinin tam karşısındaki eski belediye binasının yanından hatta içinden şimdiki ptt nin karşısının biraz yanına çıkan bir patika var, cümle insanımız kullanırız.. O patikanın denize bakan kısmında gözleri. Sigara da içmiyor ki tamamlansın gösteri. Uzaktan bir silüet misali dün konuştuğu kızı düşünüyor ya da bir
zamandır olsun diye umduğunu. Belki geceleri dağınık odasının 13 inç' ine sığan görüntüsünde. Her kavga ettiğinde, her hayalindekiyle uyuşmayan sözde aklı hep ona gidiyor. O dediği, ondan başka hiç kimse için büyük olmayan. Ona sığındım ondan medet umdum... İnsan( isim veremedim, vereceğimin kanına girmek istemedim) her kimle tanışıp hayaller kurduğunda, olaki bu hayaller tutmadığında, beklediğini bulamadığında hayal kırıklığına uğradığında, sabah sofrasında yumurtayı beğenmediğinde, tualette kıl buduğunda, elini isteği gibi tutamadığında, umduğunu karşısında bulamamaktan ötürü. Çünkü, aslında karşısındaki umduğunu karşılama makinesi değil. Senin benim gibi insan. İnsan ulan. Benim gibi onun gibi beklentileri var, senden benden istedikleri var. Buradan yetkililere sesleniyorum, devlet insanların beklentilerini karşılayacak bir kurum bir bakanlık inşaa etsin. Dilekçeyle sevelim birbirimizi. Kayıt ücretlerimiz makbuzlarımız olsun.
Kaşeler havalarda uçuşsun...

İşte şimdi bir tane daha, altı üstü çay içiyorum böyle bakmaya ne gerek var. Kalksam yerimden yanına gelsem desem dahiliye ne tarafta acaba. Bir dakika neredeyim ben ne dahiliyesi. Bir heves bir ümit tutuşsak el ele, ne bileyim bişiler yapılsa, daha yaşanmamışın hesapları yapılsa, sanki bir eve eşya dizer gibi yapılacaklar hem belli hem belirsiz olsa. Ve en sonunda kavga etsek tartışsak iki gün üç gün bir ay beş ay senelerce yüzlerimize bakmasak. Sanki hiç sevişmemiş gibi olsak. Karşılıklı birer duvar olsak. Ben bu durumda ne yapacağımı bilemez bir halde sığınacak liman ararken ona sığınsam. Sen ona sığınsan. Seni onunla karşılaştırsam o başka öperdi o şöyle yapardı, boynumdaki yeri o bilir belimi o anlardı. Ona bakışım yeter di ama ah sana hiç yetmedi, beni sen anlamadın. Sen beni onun gibi anlamadın......... desem.
Bize gelen ilk tutarsızlıkta birbirmizi ezip geçip onlara sığınsak. Onlar ki zaten acımadılar bize. Onlar ki bilmediler göz yaşlarımızın değerini. Ellerimizin, o seven ellerimizin kıymetini. Sandılar ki hep sevicez onları, daima sevicez. Ne yaparlasa yapsınlar, bizi neye sürükleseler sürüklenicez. Akıp gidicez. Onların gözünde birer değersiz sözde değerli ama iş eyleme geldiğinde ortalarda vinç göstermeyen belediye, öyleyiz. Onaların gözünde böyleyiz.. Hep geri dönecek olan, her zaman nankör elleri tutacak olan. Ne yaparlarsa yapsınlar geri döndüklerinde onların kendilerini ne de olsa bir sevenim var olmadı ona dönerim diyecekleri sigortalarıyız... Seni kimseyle kıyaslamadım. Hayatımda bir o yok. Hayatımda bir o olsun diye uğraşmıyorum. Hayatımda sen ol istiyorum. Hayatımda sen olmadığında dönecek bir o yok benim için. Etraf da onlardan çok var. Onlar heryerdeler... Sen olmazsan hayatımda açık okyanusda fırtınanın göbeğinde tek bir gemi gibi sallanıp durucam, gibi ne kötü bir sözcük. Zaman zaten geçiyor, aylak da değilim. Hayatım kısmen ellerimde, toz toz uçuşuyor... Dev hayat parçalarının dalgalarında insanlarca hem yutulmak hem yutulmamak için tutunuyorum... Sende olmayacaksan hayatımda, bir güçlükte bir zorlukta onların limanına gidip o limanlarla beni kıyaslayıp, sadece senin verdiğin değerle parlayan bir ahmağın peşinde yaşanmışlıktan sayacaksan, sen de olmayacaksan hayatımda, kahrolsun tüm limanlar... Kahrolsun tanınması gereken tüm denizler... O, onlar, sen ve ben.. işte burada duruyor... gel artık da gerçeği görelim. Gerçeği yaşayalım.. Yaşama vakitdir şimdi, hayata inat...

Şimdi se bir kavak ağacı var her rüzgarda dalgalanır yaprakları....

19 Eylül 2011 Pazartesi

Madem.

Madem sevicem seni, sevdiğim herkeslerden çok...
Madem aylarca ağladığım buhranlara
Ğöğsümü gere gere giricem, hiç çekinmeden
Madem ki, aradığım olucan, kadıköyüm olucan
Her sokağında tattığım...
Madem beyin var.. pembe hoş..
Madem telefonu çaldırmayan ben
Madem, madem, madem, madem......

Şimdi şu anda korkularım zirvesinde, fakat ben giderim korkularımın üzerine. Sana doğru bir hamle, karşılanası bir pas. Biliyorum, seviyorsun sporu. Uykusuzluk gözlerim ve yüzümde bir gülümseme. Bir şeylermi yapmak lazım. Benim sorunum anlaşılamamak değil ya da anlatamamak. Benim sorunum acaba anlatsam mı?...

Anlamak: En az iki kişinin birbirlerinin anında var olabilmesi. Aynı anı aynı anda en az iki kişinin yaşıyabilmesi... Korku: Kazanamadıklarını kaybetme... Empati: Ayağa kalkıp birinin kendi yüzüne, kendi eliyle en az, ikinci kişinin yardımıyla tokat atabilmesi... Güven: Harç.

Fakat usta kim?

16 Eylül 2011 Cuma

işte şimdi tüm korkumla...

Bak işte şimdi, o ilk dalgaların kabardığı beşiktaş iskelesinin yanındayız. Yeniden. Şimdiden çaylarımız bitmiş bile. Çalışan ikinci çaylarımızı getiriyor... şimdiki zaman içinde gerçek değiliz. Gerçekten bir haberiz. Tutuyorum ellerini. tamam kavga ettik, görüşmedik alındık ve darıldık hatta seviştik ve öpüştük. Olmaz mı deneyemez miyiz tekrardan. Bak bende öpüşmemizden kaynaklı bir ümit var. Hadi bak işte o rüzgarlar tekrardan esiyor. Olmazmı atlasak bizde. Ver yansın desek el açsak yangın yerinde. Çok mu... Ama bak o bakışın bir anda duvar oluşun. Beni karşında görmeyişin. Gördüğünün ben olmayışının. O acımasızlığının. Kadının en korkutucu yanı bir anda büyümesidir. Bir anda maddeleşmesi bir anda elle tutulur gözle görülür olmasıdır. Bu korkunçtur.. Eğlenceli bir şekilde süren hayatımızda birden senin büyümen taşlaşman ve bana bakışlarında duvar varcasına bakma ihtimalin korkutuyor beni. Korkuyorum, seni sevmekten korkuyorum.
Bir gün gideceğin ihtimalinden, senden kaynaklı ihtimallerden korkuyorum.. korkum engelliyor sevgimi. Şimdi olsan, bak erkeğin hayalciliği başkadır, bu uzaktan sorumsuzluk ya da çocukluk olarak görülür, şimdi burada olsan bana bir sarılsan, benim sende hayal kurduğum sevgi gösterisini bana, ben sana söylemeden bana göstersen. Dur dur çok mu oldu... ama hayal ya işte boşver olsa ya diye düşünelim. Sevmezmiyim en çok seni, düşünmezmiyim en çok seni, herkeslerden herşeylerden korumaz sakınmaz el üstünde tutmazmıyım seni... ama korkuyorum senden, sana kendimi vermekten. Bak, ben sevmeyi bilmiyor değilim. Aslında ben çok uzun süredir mağrur bir sevenim. O kadar ki bu sevme artık o kadar ben oldu o kadar çok benim bir parçam oldu ki, bütün bir diğer sevmelerden farklılaştı. Tamamiyle bensel bir sevme kalıbı.. bencil değil bensel, çünkü bencil olsaydı seni sevemezdim... İşte şimdi rüzgarın hızlanıp yaprakların solduğu, şarabın kızıllığının arttığı zamanlardayız... Ben burada uzanmış türlü hayallerin korkularıyla seni bekler haldeyim. Tüm korkumla karşında dikildim. Ne olur sen.. ezip geçme beni.

13 Eylül 2011 Salı

balina.

Ve işte şimdi,
O ilk dalgaların köpürdüğü
kahvedeyiz....

İkimiz birlikte
şimdi
Tek çayın aynı kaşığını,

sallamaktayız...

9 Eylül 2011 Cuma

içimde hiç bir şey yok... Ah beni bir tanısanız. aah beni bir anlasanız. İçimde ne fırtınalar kopmakta içimde ne sorunlara çözüm bulunmakta ah bir bilseniz..... ama gel gör ki içimde bir şey yok...

3 Eylül 2011 Cumartesi

muhabbet

Şimdi bazen, aslında ya da ama.
Şu dünya da ya da bu dünyada.
Hangi noktalama...
bir önemseme ya da bir duyumsama
Belki
belki... bizim hayatımızı mahvedenler
belirsizlikler...
uzaklardaki yeşil çayırlar bayatlığı
yakınımızdaki gri bina gerçekliği...
bir kadehde aranan birliktelik
bir muhabbetin ki beli kırılmalık.
şu yaşıma kadar yaptığım
kağıtlara sığdırdığım bir kocaman
yalnızlık ve
bir de sade
muhabbet...

29 Ağustos 2011 Pazartesi

uykusuzluğum..

Aklımda bir cümle,
Tekrar tekrar.... tekrar.
-orada! bir ada gibi
yalnız
tek başına-

Aklımda bir zaman
masalarca, masalarda
orada... ve
ve şimdi sen vakti
tüm uykusuzluğum sana..

28 Ağustos 2011 Pazar

El.

Küçüktüm, ufacık. Kocaman bir kafaya, küçücük bir vücuda ve dizi siyah deri yamalı kırmızı kadife bir tuluma sahiptim. Bahçenin dev duvarını ayırdında harcında kullanılan deniz kabuklarını ayıklıyordum. Bunun burada işi ne diye düşünüyordum... Çıktım devasa duvarın üstüne, oturdum. Kafamı kaldırıp ne varki tek zıplaşışya aşarım dediğim apartmanın en ucuna baktım. Bir parlaklık vardı yukarı öylece asılı kalmış. Sanki duruyordu. Misket sandım. Yere ulaşır elbet dedim, alırım oynarım. Ne olcak ki dedim. Kaçlık olduğunu hala daha bilemediğim misketin yere inmesini bekledim. bekledim... bekledim. Sonra bir karartı oldu....
Babaaa babaa diye ağlayarak babamın yanına koştum bacaklarına sarıldım. Ellerim kafamdan akan kanı durduramayacak kadar küçüktü. Allahtan babamın eli büyüktü, baba olmak biraz da eli büyük olmaktı. Doğruca bir özel hastane gittik yirmi iki dikiş atıltı kafama. Pansuman yapıldı ve o bir çok kez hayatımı kurtaran sarı tozdan döküldü... Babam elimi tutmuş oturduğumuz yere geri döndük. Elimde kola mı vardı ne vardı bilmiyorum. Apartmanın kapısındaki basamaklara ilk adımımı attım. Basamaklar sabunluymuş tek elim babamın avucunda kaydım, kaydığım gibi alnımı basamağın köşesine vurdum. Vurduğum gibi hadi tüm terane baştan. Ama olsun babamın eli kocamandı yine....

İşte sanırım ben bu olayı yaşadığımdan beri, kendi kendimi bir şekilde bitiriyorum, kurduğum düzeni yıkıyor yenisini yapıyor yeniden yıkıyor yapıyor yıkıyor yapıyor amaaan.. Her ne hikmetse harç bitmiyor bitemiyor.. Ssk hastanelerin poğaça kokusu ve şeftali suyu hatırımdan çıkmıyor... Bizimki de böyle işte.

23 Ağustos 2011 Salı

m. b. a. m. o. s.

Benim içimde yaşama sevinci var arkadaş. Sabahları kalktığımda gökyüzünü hayal edişimde bir merak var. Bir kedi köpek ya da kara fatma gördüğümde konuşma isteği var içimde. Ağzımdan çıkanların her biri birer çöplüğe aitse çöplük benden başka kim? Bu yaşadığım yerde, rutübetinin nereden kaynaklı olduğunun bilinmediği yerde ben tek başıma mutluyum ki... Kafamın durduğu an. Kelimelerin hani o tekrar edilince bitirirlerya kendilerini, saçma sapanlaşırlar işte o haldeyim şimdi şu an. Göz gerek göresi. Ben o adsız tepeye daha öncede gittim. Bütün bir gün sevgili rolü oynadım, hatta oynamadım oldum. Sabah ikimizde ayrı noktaya gittik. iki ayrı noktaya... Hayat garip, adama neresinden dokunacağı belli olmuyor ama bu bir biçim değil bir işleyiş... bir makina gibi. garip. her neyse arkadaş benim içimde yaşama sevinci var. bu sevincin sorumluluğu var üstümde öptüğüm dudakların hayatlarının sorumluluğu var. onlar istemesede bu bende var.. ve bu bende var olma durumunun bendesi yokmu ah işte o yokmu... her neyse arkadaş. birinin birisinin hayatına girmesinin kuralları olmaz. pata küte girer, durduramazsın, engelleyemezsin, karşı çıkamazsın. öylece istersin öylece izlersin...

şimdi, sonra ya da ner ne boksa
burda buradayken
ve bir şans olan şimdideyken
hiç bir haltımdan bir pişman değil
birbirimizi bir değil ayrı
kendimi sende değil seni sende bilip
senin zamanında sende varım.
sende yoksam
oralarda bir yerlerde
varım...

bugün yarın.. üç ay sonra.. zamana ne fark eder.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Ben bir gün bir hatunu çok sevdim. O hatunu o kadar çok sevdim ki saçlarımın beyazlamasına izin verdim. fakat gelin de görün ki, hayat denilen zımbırtı bir türlü birlikte olmamızı sağlayamadı. ben daha küçücük bir kasiyerken tanıştığım bu narin yaratık, geçmişi peşinde kırılgan bir esmerlikti. ben kendimce sandım ki bu esmerlikte serinler, başımı o dolgun bacaklara koyar, ufukta dolaşan uçaklara göz kırpardım.....

bilmemenin getirdiği ürpeti, bilmenin getidiği bekleme süresi... ve dünyanın kendi zamanı. eşittir seni seviyorum. şu anda ağlıyor muyum? evet. bilakis ağlıyorum.olabildiğince net. dışarıda bir hayat var şahsıma 2077 de bitecek ama ya..
işin aslı bir tür kararsızlık, bir tür anlamamazlık ve bir tür ne oluyorculuk. bunu okuyorsun, biliyorsun. madem biliyorsun çalıştığım yer karga bar, oturduğum yer park palas apartmanı daire üç, kadıköy. seni bekliyorum. sen gelmesende ben seni seviyorum...

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Sana İhtiyacım Var...

Evet,
Sana ihtiyacım var
Sevgili saksı...
Senin içindeki toprağın hissine
O topraktan çıkacak çiçeğin hissine
Esasen kırmızını
Plastiğinin ya da taşının
Hissine
İhtiyacım var..
Seni seviyorum
sevgili saksı.m ...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

acıbadem de son tango..

Şimdi son hazırlıklar tamamlandı, eşyalarım paketlerinde. Üç buçuk bohça ile iki koli.. erik ağaçları ve yaşlı teyzeler diyarı acıbademe son bir veda. Sabahları beni güneşin uyandırdığı doğuya bakan odamda geçirdiğim her dakika şahaneydi. Şimdiden sonra artık maceralar bekler bizi.

15 Temmuz 2011 Cuma

yapabilecek miyim? Bilmiyorum... bir saat var adı eşref, ha geldi... ha gelecek.

6 Temmuz 2011 Çarşamba

o yataktan çıkmayalı...

yeni yeni kafaların bambaşka dünyası, içilen içkilerin insanları baygınlaştırmalar, kısa kumaştan don gözüktürmeleri ve o sabah aşık perdeden eve güneş girmesi....

sol kolunu kaldırıp gözünün üstüne attı. bir miktar böyle vakit geçirip, karıncalanan kolunu tekrar kaldırdı. zira kolu karıncalandığından bunu bir kıpırdatma değil daha çok bir silkinme hatta fırlatmaydı. fırlatılan kol ileri değil yukarı doğru gitmişti, gittiği gibi de havada bir durup aynı bir yılanın yukarı kalkması gibi ya da bir yunus suda arka yüzgeci üzerinde durması gibi. Bu bir kaç saniye hızla sona ererken havadaki yüz tam yüzüne düşmüştü. Lak diye yüzünen inen elinin şiddeti ile bir yandan küfreder bir yandan can acısına
üzülür fırladı yataktan. Sağ elindeki otostop parmağı ile işaret parmağı bir araya gelmiş gözünü ovuçturuyor uzaktan görüntüsü tek kolu arkada destek sanki bir ressam boz veriyor da ressam resmi yaparken gözüne boya şıçratmış onu temirlerken sinirleniyor gibiydi. bu görüntüsü parmakları gözünde olmasa ve resmi gerçekten yapılıyorsa inanın bir baş yapıt bir kilometre taşı olabilirdi...

yatakta en sonunda sakinleşip etraflıca küfürleri mırıldanır gibi eder oldu. perdeleri gördü, gördüğü perdelerin açık kalmış tarafından ve daha doğrusu taraflarından yansıyan, yansımadan ziyade nişanlanan ışık çizgilerini gördü. ofladı pufladı yedi dağı arkası ile devirdi, yaradışıla hadi olmadı evrimleşmeye bir kısım lanetler indirdi. üstündeki pikeyi kaldırdı. doğruldu ayağa kalktı iki üç adım atıp koluyla eline uzatıp perdeyi örttü, döndü yatağına yattı pikesini çevirdi... yatağında iki yastık vardı, birine başını koyuyor birine sarılıyordu bu aslında sarılıp başına omzunu koymuş çimenlerde uzanan çiftler yansıması vardı.. sarıldı yastığına, titredi bir. gözleri açılır gibi oldu. sımsıkı kapattı gözlerini, biraz daha sarıldı yastığa, kafasını biraz daha gömdü hatun karnına. sımsıcak poğaça gibi... gözünden bir damla yaş kaydı sonra, kasılan gözlerinin altındaki morluklar ala, o yataktan çıkmayalı sanki bir ay olmuş gibi...

......

2 Temmuz 2011 Cumartesi

biz hangi ara böyle olduk?

Ve işte şimdi, bir eli bıçaklı
Savurdu elindekini özgürlüğüme...
Ve şimdi bir eli ağzında şişesi
Düştü... düştü şimdi...
Yan sokağımız kilise,
öte yanımız minare
ne gerek vardı ki
böylesine.
İçimde hep bir geç kalmışlık duygusu
İçimde hep bir mıstık dur düşündüğün gibi değil durumu.
Eli bıçaklı sopalı dili küfürlü sigaralı
sanki değil mi bizim kardeşimiz.
okulda yanımızda oturan,
birlikte sigaraya başladığımız...
aynı duvara birlikte oturup
aynı pornoyu izlediğimiz.
mahalle maçında omuz omuza
bilek güreşinde karşı karşıya
ama hep cancana idik
şimdi ne oldu da
sen beni bıçaklar oldun,
sen beni bıçaklar oldun da buna
göz yuman kim oldu..?
biz hangi ara böyle olduk?

18 Haziran 2011 Cumartesi

?

şuraya iki satır karalasam
acaba bakan olmuşmudur
diye düşünüyorum,
klavyenin her seferinde bastığım tuşu
yanlış tuşmuş gibi
silip silip tekrar tekrar
sanırım kağıda yazmanın
zorluğu
silmesinden kaynaklı...
yazmak bir yerde silme işi..
bu hisser bu durumlar ve düşler...
karar vermenin zorluğunu
şu an olduğunun, farkederek düşün
silmek istiyorum
kötü diye
silmiyorum
silmek kolay diye...
ucuz yolda kafiye.

düşün.

1 Haziran 2011 Çarşamba

eksik....

hissimi tarifden yoksunum.
kızgınlık mı?
hayır...
öfke.. değil.
yalnızlık, tek başınalık
türlü türlü başkalık mı?
değil..
sanırım
hissim eksiklik...
eksik hissediyorum


şimdi..

31 Mayıs 2011 Salı

vakti olduğunda da çok geç olucak...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

vakti değil.

21 Mayıs 2011 Cumartesi

seninle tek derdim...

Ben senin sevgilin değilim,
bu net gerçek.
Ben senin arkadaşın değilim,
bence.
ben senin dostun da değilim
bu evrensel gerçek.
Son ikisi senin bana kazıdığın anlamlar,
ilki seninle tek derdim.
sana iyi geceler diyemem.
parmaklarım yorgun..

sevemedin beni,
söyleyecek bir kelimem yok
ikim var
seni seviyorum
o kadar...

14 Mayıs 2011 Cumartesi

ben gidip alıyorum..

Ve yere bitişik köşede duran yatağının baş ucunda, sırtı eğik, tek bacağı altında oturmuş, sarmaya çalıştığı sigaranın, zıvanasını orta ayak parmağının arasına tutturmuştu. Camdaki kedi ara ara kesik bakışlarla ona bakıyordu. Bilgisayar ona bakıyordu, karşısındaki kitaplar ona bakıyordu. Çakmağı aldı, doğruldu. Derin bir nefes çekti... bir müzk çalıyordu, söz veriliyordu çalan müzikte canı sıkıldı. Alttaki bacağını çıkardı, uzattı. Yanında battaniyeler yastıklar yorganlar nevresim takımları onu içine almak için hareketlendiler. Bir mekanik parçanın makinede yerini alması gibi kolayca girdi içeri, sarmalandı. Bacaklarını göğsüne çekti, şimdi çalan parça melankolikti. Yastık kafasının altında bir hatunun bacağı oluverdi. Kocaman ama kocaman bir ekmek yaptırmak istiyordu, fırından yeni çıkmış sıcacık bir ekmek. Ekmeği ortasından kesip içinde uyumak istiyordu. Kedi bakıyordu...yok uyuyordu. Ama kediler uyurkende bakabiliyorlardı... Aklına bir makine geliverdi, kedi enerjisi ile çalışan, beynini kurtarmak için hayal ediyordu, onüç inçlik ekranda kaybolmamak için kendisini zincirliyordu... ne kadar uçsada bir parmağı yere deyiyordu.. Kirli bir oda, yerde alelacele çıkartılmış elbiseler, çer çöp dolu bir halı ve yerinde yerler esen temizlğe yardıma gelmiş bir arkadaş.... Bu bir hikaye denemesi, bu bir varolma çabası, bu bir miskinlikten kurtulma inancı...gökte bulutlar var yüzen, o bulutların üstünde bir sürü gemi. Gemilerde tayfalar, hepsi bir haber. Rüzgar ne yandan eser.
Yatağında ellerini kovuşturdu. Dün gece tanıştığı kızı düşündü... Tualetin önü vardiya çıkışı, peçeteler yerlerde insanlar terli. Alkolün dengesiz yatağı. Bir o yana bir buna sallıyordu bizleri. Kabinde kendinden geçen, barda mutlak izleyici. arası araf, herkezler bir tuhaf...içimizde bizden büyük sorunlar, belki aydan eskiler.. belki bulut gibi. Ellerini yüzüne götürdü, sırtını altına verdi. bakmaya başladı, parmaklarını izliyordu, o baktıkça parmakları hareket ediyordu, hareket ediyordu parmakları çünkü o bakıyordu. Kocaman kafa kadar bir göz, ince bir boyun kısa bir boy, izledikçe izliyor, izledikçe izliyordu..yirmi dört yaşının otoportresi buydu... Şarkıları değiştiriyordu, değiştiriyordu fark edilmek için, günaydına hasret bir öpücüğe... kelimelerle anlatılamayacak, cümlelerin kurulamayacağı, sadece gözün görebileceği bir mağrurluk. Hey gidi mağrurluk... sonu gelmiyor, ben gidip alıyorum...

10 Mayıs 2011 Salı

yaşama sevinci..

kirliyim
temiz değilim
kirnelen yerlerimi
peçete ile
sildim
temizlendim sandım...
yanılmışım
siyah pek de yakışmıyormuş
doğrusu

göğe baktım
ve toprağa
denizi sevdim
ateşi bildim
ağaca çıktım
uzaklara baktım, el salladım
el salladım
yüzümde bir gülümseme
içimde bir yaşama sevinci
ama içimde
yaşama sevinci.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

ya hep ya hiçin gazabında,

2 Mayıs 2011 Pazartesi

içimde bir...

kelimelerini unuttuğum,
bir şiir vardı
aklımda..
bir yudumda, uçtu.
çizilmiş gözünde, korkutan bir
afallama,
içimde bir votka arzusu
içimde bir
yastık kızgınlığı,
içimde bir sen
yoksunluğu.

27 Nisan 2011 Çarşamba

diye.

Ara ara düşünüyorum..
Şimdi bu kızcağız ne yapıyor diye.
Tahta merdivenlerde koşarken
yukarı aşağı,
sanki hiç gitmiyormuş gibi
eve.
hissederken.
Düşünüyorum,
Ne yapıyorsun? diye.

17 Nisan 2011 Pazar

şimdi ne olucak

şimdi merak ediyorum,
yeniden merak ediyorum...
acaba ne olucak ?
senin başkasıyla olduğunu bilen
benim,
karşısında
senin,
hislerimin karşısında
hislerin...
merak ediyorum
bir tanem
şimdi ne olucak..?

10 Nisan 2011 Pazar

hava...

Kaptanı olmayan bir gemide
Tayfayım...
Gidiyorum,
Rüzgar biliyor,
Dalga biliyor,
Havada
Bulut biliyor...
Ben,
Bilmiyorum...