18 Ağustos 2012 Cumartesi

Büyük Ada notları... kontrolsüz.

1.
    Dediğimi yapabilmek adına, başımda uğursuz bir ağrı, aldım jetonumu, büyük ada ya giden vapura. Sanırım kendimi dinlemem için tek yolum ya tek başına olmak ya da tanımadığım insanlarla konuşup onları tanımadan ayrılmak. Kişinin kendi üstüne düşmesi iyi değil.
   
      Bütün bu devlet kurumlarında ya da özelleştirilmiş kurumların binalarında hep bir genişlik var, hep bir büyüklük duygusu, ama kafamı kaldırıp baktığım da karşımdaki bank benden epeyce uzakta. Hep bir terk edilmişlik hissi var bu mekanların içinde... Yanıma çocuklar oturdu nasıl gülümsemem. Hayat sanki dalga geçiyor.

2.
   Bu yol hatırladığımdan daha uzuznmuş... Yol boyunca sessizlik içinde olursanız eğer, tuttuğunuz bir dilek gerçekleşir derler. Bu sefer de mutlu olmayı diledim ama her ne kadar dilim haereket etmediyse de beynim hiç durmadı. Acaba bu sayılır mı? Birinin fotografını çektim, iki kadın ( ki sanırım başka memleketlerden mesela Ermenistan' dan) bana ve saçlarıma dimdik baktılar. Faytondaki bir küçüğe, çitlerin ardındaki bir köpeğe ve sanırım bir kediye göz kırptım... Oturduğum yerden koca istanbul' un büyük ve İstanbul olmayan bir kısmını görebiliyorum, bir çift karşımda ve etrafımda sesler ve rüzgar var. Ben upuzun denizin hiçliğini gören bir masaya oturmak istedim fakat, kisilerini hep ulaşılmaz yerlere yapan hristiyanlar ve onların çile diyeti, beni bunu bir çile olarak çekmemi sağladı, hem komik hem traji komik,. Neyse rakı geliyor...

3.
   Bir leylekle bir martı ya, ki ikisi de martı olabilir, rakının mezelerinden ikram ediyordum. Beyaz peynir çoban salata, ekmek. Rengi gri olanı beslerken pusu kurmuş olan beyaz olanı masama pike yaptı, ki ona yemek vermiştim. Önüme sonradan oturan ikinci çift baya bi korktu. Fakat adam yani çiftin erkek olanı benim rakımı önemsiyordu. öte masa da ise bir gülümseme peydaydı. Ve ben bunları yazarken ismini kamil koyabileceğimi düşündüğüm bir sine bana anamdan babamdan daha yakın davranıyordu..

3/1.
    Yalnızlık kendisi hakkında dalga geçilemeyecek, belki şiirden sonra gelen tek şeydir. Yalnızlık ciddi bir durumla birlikte bir katlanabilme durumudur. Karşıma çıkan herhangi her birşeyin karşısında ister sevelim ister sevmeyelim katlanabilme durumudur. Eğer katlanmak istemezsen yok etmek isteriz. Eğer yok etmek istersemde berk abini de dediği gibi on yıla seri katil olurum. Söylesene bana seri katil olmak için kaç kişi öldürmek gerekir....

4.
    Mezelerim bitti, rakımdan bir kaç yudum kaldı. Kamil hala yanımda hatta iki arkadaşı daha var... Keyif mi yapıyorum kendime bir şeyler mi kanıtlamaya çalışıyorum bilmiyorum, yani aslında biliyorum, da dillendiremiyorum... Dedem bana on yaşımdayken sen nasıl adamsın? derdi. Hala daha bunu söyleyen insanlar var etrafımda ve ben varım( lütfen bu ego değil ) mıstık sen nasıl adamsın diyen. Şimdi, ilk defa bir zanaatı öğrendiğimi düşünüyorum. Şu an yapmak zorunda bırakıldığım barmenlik zıpçıktılığını öğrenmeyi kendime şart koşuyorum... Önce kafamı dağıtıp, toplayabileceğim kadar dağıttıktan sonra, toplayabileceğimi düşünüyorum... Ben her ben dediğim de beni yapan o üç bileşeni kastetmiyorumi buna çevremi ve düşündüklerimi de katıyorum... Rakı yüzünden canım kardeşim, kolay olan, rakı yüzünden... el benim elim değil, el osman amcamın eli. El benim elim değil...
  saol be..

- vapurda uyandıktan sonra karga ya çıkıp bir kaç bira içeyim dedim, ve çıktığımda bana merhaba demek için bir cipsin yardımına muhtaç olan insanlarla karşılaştım.. Bana gururdan söz ettiler. Laflardan anlamadığımdan dem vurup kendimi mahallenin delisi gibi hissetmeme neden oldular. Halbu ki ben ne gurur peşindeyim ne intikam, ne de canım cips çekiyor.. sadece bana kendimi kötü hissettiren şeylerden uzaklaştırıyorum kendimi. Zati ne gurur kaldı ne başka bişi.  Sadece uzaklaştırıyorum kendimi..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder