14 Mayıs 2011 Cumartesi

ben gidip alıyorum..

Ve yere bitişik köşede duran yatağının baş ucunda, sırtı eğik, tek bacağı altında oturmuş, sarmaya çalıştığı sigaranın, zıvanasını orta ayak parmağının arasına tutturmuştu. Camdaki kedi ara ara kesik bakışlarla ona bakıyordu. Bilgisayar ona bakıyordu, karşısındaki kitaplar ona bakıyordu. Çakmağı aldı, doğruldu. Derin bir nefes çekti... bir müzk çalıyordu, söz veriliyordu çalan müzikte canı sıkıldı. Alttaki bacağını çıkardı, uzattı. Yanında battaniyeler yastıklar yorganlar nevresim takımları onu içine almak için hareketlendiler. Bir mekanik parçanın makinede yerini alması gibi kolayca girdi içeri, sarmalandı. Bacaklarını göğsüne çekti, şimdi çalan parça melankolikti. Yastık kafasının altında bir hatunun bacağı oluverdi. Kocaman ama kocaman bir ekmek yaptırmak istiyordu, fırından yeni çıkmış sıcacık bir ekmek. Ekmeği ortasından kesip içinde uyumak istiyordu. Kedi bakıyordu...yok uyuyordu. Ama kediler uyurkende bakabiliyorlardı... Aklına bir makine geliverdi, kedi enerjisi ile çalışan, beynini kurtarmak için hayal ediyordu, onüç inçlik ekranda kaybolmamak için kendisini zincirliyordu... ne kadar uçsada bir parmağı yere deyiyordu.. Kirli bir oda, yerde alelacele çıkartılmış elbiseler, çer çöp dolu bir halı ve yerinde yerler esen temizlğe yardıma gelmiş bir arkadaş.... Bu bir hikaye denemesi, bu bir varolma çabası, bu bir miskinlikten kurtulma inancı...gökte bulutlar var yüzen, o bulutların üstünde bir sürü gemi. Gemilerde tayfalar, hepsi bir haber. Rüzgar ne yandan eser.
Yatağında ellerini kovuşturdu. Dün gece tanıştığı kızı düşündü... Tualetin önü vardiya çıkışı, peçeteler yerlerde insanlar terli. Alkolün dengesiz yatağı. Bir o yana bir buna sallıyordu bizleri. Kabinde kendinden geçen, barda mutlak izleyici. arası araf, herkezler bir tuhaf...içimizde bizden büyük sorunlar, belki aydan eskiler.. belki bulut gibi. Ellerini yüzüne götürdü, sırtını altına verdi. bakmaya başladı, parmaklarını izliyordu, o baktıkça parmakları hareket ediyordu, hareket ediyordu parmakları çünkü o bakıyordu. Kocaman kafa kadar bir göz, ince bir boyun kısa bir boy, izledikçe izliyor, izledikçe izliyordu..yirmi dört yaşının otoportresi buydu... Şarkıları değiştiriyordu, değiştiriyordu fark edilmek için, günaydına hasret bir öpücüğe... kelimelerle anlatılamayacak, cümlelerin kurulamayacağı, sadece gözün görebileceği bir mağrurluk. Hey gidi mağrurluk... sonu gelmiyor, ben gidip alıyorum...

1 yorum: